31 Mayıs 2015

Yeni yerler keşfetmeye devam

Geçen haftaki durağımızın adı Bobby Burger. Kendisini instagramda takip ettiğim birinden gördüm. Her zamanki gibi, ne yiyeceğiz diye kıvranırken, bizim geçler yok pizzamı yesek, yok efendim yeni bir İtalyan restoranımı denesek diyerek, saati akşamın sekizi yapınca olaya bir el atıyım dedim :)

Durun !! Geçen gün gördüğüm bir yer vardı, hadi oraya gidelim. Ya buraya gideriz ya da size makarna yaparım, evde oturup yersiniz dedim. Tabiki kazaman burgerci oldu :)

Bizim gittiğim şubesi Galeria Krakowska ya çok yakındı. Genel olarak burgerini beğendim. Yanında da acılı patates kızartması vardı. Genelde burger köftelerinin içi çok pişmiyor. Bende hiç öyle az pişmiş yiyemem . Kan görmemem lazım. Fakat bu mekanda durum farklıydı. Gerçekten tam anlamıyla pişmiş bir köfte geldi. Köftesi ile gönlümü kazandı :)
Genel olarak fiyatları da iyi. Burgerin ebatları da benim için ideal boyuttaydı. Biraları konusunda birşey söyleyemem. Sevemedim şu bira olayını bir türlü... Çokta sevesim yok. Bir bira göbeğim olsun asla istemem :) 
İşte size Bobby Burgerden bir kaç kare :)




Paylaş:

Krakow'da Turist Olmak

İki aydır gayet dingin bir hayatım olduğu yazılarımdan da belli. Fakat şu iki gündür deli gibi geziyorum. Bu arada anladım ki tembelliğe, zaman sorunu yaşamamaya nasıl da alışmışım ben.
Ayrıca turist gibi gezmekle, yaşamak arasında ciddi bir fark var. Bu iki günde, iki aydır yemediğim kadar Polonya yemeği yedim mesela. Hepsi ayrıntılı olacak yazacağım bol bol resim çektim. Dün sabah erkenden tuz madenide gittim. Yaklaşık 2,5 saat sürdü gezimiz ve 3 km yürüdük. O gezi beni çok yordu nedense. Akşam da her zamanki gibi Stan ile dansa gittik. Gün aydınlanmak üzereydi eve döndüğüm zaman. Bugün de aşırı tembel hissediyorum kendimi.

Paylaş:

29 Mayıs 2015

Bugün ki konumuz İngilizce- Lehçe nasıl iletişim kurulur :)

Geldiğimden beri tek anahtar ile idare ediyoruz. Öyle kapıyı çek git olmuyor. Kapıyı kilitlemezsek, dışarıdan da bir kolu var. Pıt diye içeri girerler :)
Fakat yarın bizimki ile planlarımız farklı.Ben sabah erkenden ,arkadaşımla tuz madenine gideceğim. O ise saat 10 civarı Varşovaya gidecek. Hal böyle oluncada bize iki anahtar gerekti. 

Böylelikle yeni bir Krakow macerası da beni bekler oldu :)
İş başa düştü ve bir anahtarcı bulayım dedim. Daha önce sokaklarda gezinirken bir yer görmüştüm. Koşa koşa gittim. Fakat amca ingilizce bilmiyordu. Ben derdimi anlatırken, bir bayan girdi içeri ve hemen olaya müdahale etti ingilizcesi ile. Meğer amca diyormuş ki , ben bunu yapamam yeni takım veririm. Sonra bayan bana nerede yaptıracağımı tarif etti. O kadar mutlu oldum ki bayanın gelmesine. Yoksa amca bana hiç bir yer tarif edemeyecekti. Neyse koşa koşa diğer anahtarcıyı bulmaya gittim. Ayy meğersem bize çok yakınmış.
Amcaya derdimi anlattım. Oda ingilizce bilmiyordu fakat anlaştık :)  İki anahtar için 46 zloty ödedim.
Artık herkes özgürce, dilediği vakit eve girip çıkabilecek. 

Bu arada ilgilisine duyurulur. Eğer anahtara ihtiyacınız varsa Jubilat marketin en üst katında, minicik bir dükkan var.  
Paylaş:

Ey Sosyal Medya Sen Nelere Kadirsin



Bizde herkes her şeyi aman başkalarına rezil olmayalım diye yapıyor. Üç gündür Türkiye'de kullandığım bankamla iletişim kurmaya çalışıyorum.
Geçen salı günü sistemleri arızalıymış. Ne biliyim ben. Ben de tam o sırada internet bankacılığını kullanmak istemişim. İşte başıma hep bunlar onun için gelmiş.
İlk girişte sistem hatadan dolayı beni attı. İkinci denememde de şifreniz bloke oldu dedi. Blokenin kaldırılması için çağrı merkezini arayın diye de yazmışlar. İyi, tamam, çağrı merkezini aradım. Size dönecekler dediler. Tık yok. İkinci defa aradım. Aaaa biz sizi aradık. Ulaşılamıyordu dedi. Ben de dedim ki tüm gün telefonun açık ve bekledim. Nasıl ulaşamadınız. Biz sizi tekrar ararız dediler. Yine tık yok.
Bu sefer farklı bir yol deneyeyim dedim  ve internet sitesi üzerinden yazılı bildirim yaptım. Bildirim ulaştı, en kısa sürede cevap vereceğiz dediler. Üstünden iki gün geçti yine tık yok. Hiç kimsenin de salladığı yoktu bu sabaha kadar.  Twitler atmaya, facebook sayfasından yazmaya başlayınca, hayret nasıl olduysa peş peşe dört çağrı aldım.
Şimdi demem o ki; sırf sosyal medya üzerinden rezil olmamak adına o peş peşe dört aramayı anında yapan sevgili bankam, neden insan gibi (bireysel,kimsenin haberi olmadan ) sizi aradığımda sorunuma bir çözüm getirmediniz?
İşte biz bu zihniyetten kurtulamadığımız sürece durduğumuz yerde saymaya devam ederiz.
Yazık, çok yazık.
Paylaş:

25 Mayıs 2015

Krakow'da bir akşam nasıl geçer.


Krakow'da oldukça güzel bir gece hayatı olduğunu doğru. Fakat biz öyle her akşam o bar senin, bu bar benim gezmiyoruz. Onun için bu akşam evden bildiriyorum. 3 gündür hava kötü. Sulu gözlü bulutlar geziniyor kafamızın üstüne. Rüzgar azıcık dokunmaya görsün , hemen ağlamaya başlıyorlar. Hava tahminlerine göre yarın bizi terk eden güneş geri gelecekmiş. Bence de gelsin artık :)
Şimdi sen evde ne yapıyorsun diyenlere sesleniyorum. Hani 2 haftadır dikiş makinem bozuldu diye ağlıyordum ya, işte bitti o ağlak günler. Şimdi üretim zamanı. Bugün bir mesai saatini makinenin başında harcadım. Yarım kalan çantaları diktim. Nur topu gibi 10 tane nachnuch çantamız oldu :) Akşam da onları Dawanda ya eklemekle geçti bitti.. Resimde gördüğünüz sprite ve mısırdan da eser kalmadı :)
Aaaa unutmadan linki ekliyim ki, Nachnuch çantalarını daha çok kişiye ulaşsın :)
http://en.dawanda.com/shop/Nachnuch
Paylaş:

Hani Peşimi Bırakmayan Aksilikler Vardı Ya



Hani peşimi bırakmayan aksilikler vardı ya geçen hafta. Sanırım yavaş yavaş yoluna girmeye başladı her şey. Dikiş makinem artık çalışır vaziyette. Eski telefonum yerini, çok güzel bir telefona bıraktı. Artık çantalarımı fotoğraflamakta eskisi kadar sıkıntı çekmeyeceğim. Bu konudaki beceriksizliğimi saymazsak tabii.
Bugün yarım kalan dikişleri tamamladım. Böylelikle satışa hazır on tane Nachnuch çantası oldu. Satış için Dawanda da bir hesap oluşturmuştum. Sanırım Avrupa'da Etsy'den daha yaygın kullanılıyor. Deneyip göreceğiz, geri bildirimler nasıl olacak. Şu an işin en eğlenceli kısmı ile uğraşıyorum. Ürünleri siteye ekliyorum.
Bu arada dayanamayıp iki üç satır yazmak istedim.
Herkese iyi geceler.
Ah bu arada Dawanda'da ki dükkanımı ziyaret için : tık tık 

Paylaş:

24 Mayıs 2015

Adına Kısaca Mutluluk Denir

Krakow'a geldiğimden beri ilk defa bugün farklı bir heyecan yaşadım.
Geçen haftalarda facebook sayfasından Polonya bir kızla tanıştım. Bu hafta sonu için beni kahve içmeye davet etti. Daha önce Türkiye'de erasmus için bulunmuş. Biraz çekinerek gittim. Bu berbat ingilizcem ile ne yaparım ben diye. Fakat her şey oldukça güzel gelişti. Yaklaşık iki saat beraberdik. Çok sempatik bir kız. Umarım buluşmalarımızı devamı gelir. Kız kıza sohbet etmeyi özlemişim.

İngilizce ile aramdaki sorunları ivedilikle çözmem lazım. Gün geçtikçe her şeyi çok daha rahat anlar hale geldim. Birde söyle uumm , ııımmm yaparak konuşmamayı öğrenirsem çok güzel olacak. Devamlı hatamı yapıyorum ben korkusuyla hiç konuşamıyorum çünkü.
Umarım bir gün gelir ve ben blogu açıp bu yazılarımı okuduğum zaman vay be ne yersiz endişeler içindeymişim diyebilirim.

Hadi bana şans dileyin. Daha çok arkadaşım olsun burada ve bu sayede daha çok seveyim Krakow'u.
Paylaş:

22 Mayıs 2015

Verilen Parayı Sonuna Kadar Hak Eder

Dikiş ile aramdaki mevzu çok eskilere dayanır. Çocukluğumdan beri nerede biz bez parçası bulsam bebeklerime elbiseler yapardım. Makas en sevdiğim oyuncağımdı. Üstüne kız meslek lisesini bitirince, dikiş hayatımın bir parçası oldu çıktı. Okul yıllarımda devamlı annemin kıyafetlerini dikerdim. Annemin bilindik Singer makinesi çok kahrımı çekmiştir. Okul bitti. Üniversite başladı. O da bitip ben para kazanmaya başlayınca, ilk iş kendime bir dikiş makinesi almak oldu. (Millet çeyiz diye tabak, çanak alırken ben dikiş makinesi aldım.
)
Çok iyi hatırlıyorum aldığım günü. Oldukça pahalıya almıştım. O gün bu gündür benimle makinem.
Uzun bir dönem kullanmadım. Azıcık küsmüştüm dikişe. Sanırım iki sene önce, yılbaşı yaklaşırken bir değişiklik yapıp, arkadaşlarıma ped çantası dikmeye karar verdim ve maceramız yeniden başladı.

Bu dönemde beraber bir taşınma macerası atlattık. Yolu bu sefer çok uzun olduğundan azıcık hırpaladılar onu. Geçen haftalar da biraz naz niyaz çalışmamaya karar verdi.

Dilini bilmediğim bir yerde, onun iyi olması için ne yapıp edeceğimi düşünemeye başladım. Bu sefer biraz şans yüzüme güldü mü bilemedim. Daha önce çok şansızım diye hayıflandığım bir yazıyı hatırladım şu an. Çok yakınımda, onu iyi edebilecek bir dükkan buldum. Bir haftadır başka bir yerde misafirdi. Bugün misafirliği bitti ve tekrar ait olduğu yere yanı başıma geri döndü. Eskisinden çok daha iyi durumda.

Şimdi iyi ki Pfaff almışım diyorum. 12 yıldır ilk kez servise gitmek zorunda kaldı. Onun nedeni ise tanışırken aldığı darbelerden, dikiş ayağının oturduğu yerde bir kayma olması. Dile kolay 12 yıldır (aktif olarak 5 yıldır kullandığımı varsayarsak) hiç servis yüzü görmeden tıkır tıkır çalıştı.

Demek istediğim o ki, eğer aklınızda bir makine alma fikri geziniyorsa, hiç tereddüt etmeden tercihiniz Pfaff'tan yana yapabilirsiniz. Pişman olmayacağınıza eminim. Verdiğiniz parayı sonuna kadar hak edecektir.


Paylaş:

Run Jasmine Run

Çarşamba günü yazılması gereken bir yazıydı 2 gün gecikmeli de olsa yazmak istedim :)

Salı akşamı yemeği fazla kaçırınca

Sabah gözümü Parkta açtım.


Tüm gece yağmur vardı.


Sabah , güneş bize bulutların arasından merhaba dedi.


Bana da parkın tadını çıkarma görevi düştü.


Şimdi dinlenme zamanı :)

Çünkü bugün cuma ve Krakow geceleri bizi bekler :)











Paylaş:

Run Jasmine Run

Çarşamba günü yazılması gereken bir yazıydı 2 gün gecikmeli de olsa yazmak istedim :)
Salı akşamı yemeği fazla kaçırınca

Sabah gözümü Parkta açtım.


Tüm gece yağmur vardı.


Sabah , güneş bize bulutların arasından merhaba dedi.


Bana da parkın tadını çıkarma görevi düştü.


Şimdi dinlenme zamanı :)

Çünkü bugün cuma ve Krakow geceleri bizi bekler :)












Paylaş:

21 Mayıs 2015

Krakow'un Kebabı

Öyle Türk kebaplarına benzemez kendisi. Üstünde sos, pide arasında, bol salata ile servis edilir. Görünüş olarak Türkiye'de yediğimiz döner formatındadır. En önemli farkı ise kocaman döner bıçakları ile kesen kişiler göremezsiniz başında. İş güvenliği nedeni ile döner bıçağı kullanmak yasak. Onun için herkes traş bıçağına benzer bir alet ile keser onu.

Bizim eve çok yakın olan bir büfeden alıyoruz onu. Tadından oldukça memnunuz. Favori sosumuz ise sarımsaklı bir sos. Yemesi biraz marifet istese de bugüne kadar hep başarılı olduk.




Paylaş:

Bir akşam yemeği nasıl abartılır

Sağlıklı bir yaşam için sabah 8 kilometre yürü. Ara öğünde de yoğurdunu ye. Sonra akşam öyle bir yere git ki, çatlayana kadar ye. Bu nasıl tezat bir ilişkidir, bilemedim. Sanırım tüm bunlar Salı günümüm kısa bir özeti.
Krakow'un yemek kültürünü pek çözmüş değilim. Meşhur pancar çorbası çok hoşuma gitmedi. Bizim mantıya benzer bir yemekleri var fakat yanında yoğurt yok. Öyle olunca da pek bir numarası olmuyor.
Hal böyle olunca, İtalyan yemeklerine yöneliyoruz. Zaten İtalyanlar olmasaymış birçok ulus aç kalırmış orası kesin.
Genelde farklı yerleri denemeyi tercih ediyoruz. Her yer hakkında fikrimiz olsun diye. Örneğin, Rynek civarında yemek yerseniz fiyatlar oldukça pahalı. Bir steak ile bir kadeh şarap ortalama 90-100  Zloty. Bir de turistler ile aynı ortamda olmak demek her yerde ciddi bir kalabalık olması demek. Bazen de hiçbir yer bulamıyoruz.
İşte böyle dert yandığımız günlerde Rzeznia imdadımıza koşuyor. Menüsü tam bizlik. Benim favorim Spicy Grilled Ribs . Bu sefer bizim gençler bir değişiklik yapıp Beef Steak With Garlic Butter denediler. Onun da lezzeti oldukça güzeldi. Bunun yanı sıra fiyatları da çok uygun.

Rzeźnia - Ribs on Fire




Yetmedi üstüne bir de tatlı yedik o akşam. Ben çikolatalı kek yedim. Tabii bu kadar yedikten ve içtikten sonra, ertesi gün gözümü parkta açtım. Durumun kısa özeti de şu: "koş Yasemin koş"



Paylaş:

18 Mayıs 2015

Ben Ne Zaman Bisiklet Sürmeyi Öğrendim



Bana ne zaman bisiklet sürmeyi öğrendik dediklerinde, şöyle bir düşünüyorum ve hatırlayamadığı fark ediyorum. Ne zamandı, nasıldı, kim öğretti, hiçbir fikrim yok. Sanki ben bisiklet sürmeyi hep biliyormuşum gibi geliyor. Lise çağlarımda, lacivert bir bisikletimiz vardı. Erkek kardeşimle ortaklaşa sürerdik. Evimiz sahile çok yakındı. Sahile ulaşabilmek için geçmemiz gereken tehlikeli bir yol vardı sadece. Elimizde bisikletimizle koşarak geçerdik sahil yolunu. O koşmaların sonunda, deniz kenarında pedal çevirmenin hazzını size anlatamam. Rüzgarın sizi okşayan elleri, her pedalı çevirişinizde özgürlüğe adım atışınız, arada bir ciğerlerinize dolan denizin kokusu ve çocukluk hayalleriniz... Hepsi o kadar güzeldi ki. Zaman geçtikte, hepsi eski fotoğrafta kaybolan yüzler gibi birer birer silindi. İlk önce deniz kokusunu unuttum. Rüzgar eskisi gibi okşamıyordu yanağımı, artık özgürlüğe çevrilecek bir pedalım yoktu. Büyümüştüm. Sorunlar, sorumluluklar hayattan zevk aldığım şeyleri yapmam için vakit tanımıyordu bana. Uzun yıllar bisiklet süremedim. Araba sürmeyi öğrendim. Küçücük bir arabam da oldu. Sonra aklımın köşesinde saklı kalan hayalimi gerçekleştirmek için Motorsiklet ehliyeti aldım. Fakat bir türlü motor alamadım. Yine aksilikler, hayat koşuşturması içinde boğuldum.

Çok istedim İstanbul'da yaşadığım yıllarda bir bisikletim olsun. Fakat olmadı. Çünkü İstanbul hiçbir şekilde desteklenmiyordu bisiklet sürücüleri. Sadece hafta sonları Kadıköy'e gittiğimizde bisiklet sürebiliyordum. 
Şimdi öyle bir şehirdeyim ki anlatamam. Her yerde bisiklet yolu var. Araçların park alanlarının yanında bisiklet park alanları da mevcut. İnsanlar bir ulaşım aracı olarak kullanıyor bisikletlerini. Ne çok isterdim, işime bisikletle gidip gelmeyi.

Cumartesi günü bisiklet kiralayıp biraz turladım. İlk başta çok tedirgin oldum. Her şeyi unutmuşum gibi geldi. Sonra nehir kenarında akıp gitti yollar tekerleklerimin altından. Bir an çok eskilere gittim. Hayaller kurarak, yeniden çocuklar gibi pedal çevirdim. Ve düşündüm;
Ben ne zaman öğrenmiştim ki bisiklet sürmeyi.
Paylaş:

Pushing Daisies Şirin Bir Televizyon Dizisi


Dün akşam evde otururken aklıma düştü bu dizi. Çok severek izlerdim. Ned 'in çocukluğunda keşfettiği, ölülere dokunarak yeniden hayat verme yeteneği anlatıyor. Ned büyüyor. Bir turtacı dükkanı açıyor. Bu yeteneğini de çok farklı bir iş için kullanmaya başlıyor. Sonuçta ortaya masal tadında bir dizi çıkıyor.

Benim böyle doğa üstü şeylere bir ilgim var. Böyle diziler de sanırım bunun için çok hoşuma gidiyor. Belki biraz (tamam kabul çok fazla) hayalperest olmamdan kaynaklanıyor olabilir bu durum.

Dün akşam yeniden izleme başladım. Hani diyorla ya "ingilizce dinlemek önemli, sevdiğiniz diziler izleyin." ben de bu gazla başladım. Bu aralar ben bununla oyalanırım artık.




Paylaş:

15 Mayıs 2015

Uçuşup Kaçışmayan Kuş Yapmışlar



Krakow'un kuşları bir alem.
Onlar yolda yürürken siz yol vermelisiniz.
Yoksa yüzünüze dik dik bakarlar.
Geçen gün parkta piknik yaptıklarını gördüm.
Siz kuşsunuz, hava mis, uçun biraz değil mi?
Yok yayılmışlar çimenlerin üstüne.
Gelen geçen turistlere bakıyorlar tüm gün.
Çok da haksızlık etmemek lazım.
Bazen uçuyorlar. Bakın bazen diyorum.
O zamanlarda da dikkat etmeniz lazım.
Eğer uçuş rotasında yürüyorsanız, size hiç acımadan çarpabilirler.
Öyle azıcık havalanıp, kafayı teğet geçeyim dertleri yok bu kuşların.
Hayat Krakow'un kuşlarına güzel...
Paylaş:

Nankörsün İngilizce


Tüm gün yağan yağmur mu beni böyle depresif yaptı anlamadım. Bir anda tüm umudum, akan sulara karıştı sanki yeniden. Anlayacağın yine diplerdeyim. Bu sefer yapacağım dediğimde, daha da çok dibe gömülüyorum. Bazı insanların dil konusunda yetenekli oldukları doğru, ama ben kesinlikle onlardan biri değilim. Birçok işte yeteneğim olduğu da doğru. Arkadaşlarımdan övgü aldığımda. Fakat konu dil meselesi olunca kendimi tamamen aptal hissediyorum.

İki gündür okuduğum kitaptan, çalıştığım dersten de bir şey anlamıyorum. Bugün kitabı okurken kendi kendime sinir olmayı bile başardım. Bu ne iğrenç bir telaffuz diye. Yok mu bunun kolay bir yolu. Hep böyle sinir harbimi yaşamalıyım. İnsan kendi kendiyle kavga ederken ne kadar verimli olabilir ki. Olamaz işte sonuç ortada. Eğer kendimle barış imzalamış olsaydım, bu saatlerde bu satırları yazana kadar yatağımda mışıl mışıl uyuyor olurdum.




Paylaş:

Bitmeyen Engeller Silsilesi

Krakow'a geldiğim günden beri verimli bir şekilde dikiş dikmeye başlayamadım. Taşınırken dikiş makinamın başına gelenleri daha önce yazmıştım. Kırılmadı fakat artık eskisi gibi de değil. O hali ile birkaç çanta dikmeyi başardım. Lakin; dünden beri motora her basışımda acayip sesler duyuyorum. Bugün içini açmayı denedim. Açıkcası verimli bir sonuç çıkmadı ortaya. Ses her defasında artıyor. Böyle olunca çalıştırmadım artık. Bir servis buldum. Hafta sonu eğer başarabilirsek, makineyi servise götüreceğiz. Bu durum açıkcası çok canımı sıkıyor. Makinem ile aramda bir duygu bağı oluşmuş. Onu öyle görünce, çalışmadığına şahit olunca gerçekten çok canım acıyor.

Her defasında keşke onu bu maceranın içine sokmasaydım diyorum. Alırdım burada bir makine. Şimdi elimdeki makinemden de olmak üzereyim. Taşınma masrafı, servis masrafı zaten yeni bir makine kadar olacak.

Sonra da diyorlar ki insan kendi şansını kendi yaratır. Nasıl olacakmış bu durum acaba? Bir işim de sorunsuz sonuçlanmaz benim. İlla sonuna kadar sıkılmalıyım. Tüm sinirlerim alt üst oluyor her defasına. Tüm hevesim kaçıyor. En sonunda bir çözüme ulaşıyor fakat ruhumda bir çok hasar bırakıyor. Sonrasında bende hiç şans yok diye yakınıyorum.

Umarım bir gün bu şans olayını çözebilirim. Bunun bir formülü varsa lütfen paylaşın benimle.
Paylaş:

11 Mayıs 2015

Karamazov Kardeşler - Dostoyevski



Bu kitabının bende arap saçına dönen bir hikayesi var. Yanlış hatırlamıyorsam üniversite yıllarımda , Suç ve Ceza'yı okudum. Dostoyevski hayranlığımda o kitap ile başladı. Daha sonra Karamazov Kardeşleri okumaya karar verdim. Gidip 2 cilt halinde satılan kitabı aldım. Daha okuyamadan bir arkadaşım bende kitabı istedi ben de  kıramayıp verdim. Fakat kitap bana geri gelmedi. Bu durumda çok net bir karar almamı sağladı. Artık kimseye ödünç kitap vermeyecektim. Üstünden 10 seneden fazla zaman geçti. Ben o gün, bu gündür kimseye kitaplarımı vermem. Bana "Yasemin sen bitirdikten sonra ben de okuyayım bu kitabı " diyen biri çıkarsa, çok net bir şekilde kitaplarımı kimseyle paylaşmadığımı, fakat isterse onun için alabileceğimi söylerim.

Çok kitap okudum bu 10 yıl boyunca. Aklımın bir köşesine her zaman bu kitap vardı. Krakow'a gelmeden önce yeniden satın aldım Karamazov Kardeşler'i. Valizde ilk yerine alanlardan biri oldu kendisi. En sonunda geçen gün okumaya başladım. Ne gariptir ki kitabı elime her aldığımda, bu anıyı hatırlarım. Evet o ilk aldığım kitaba bitmeyen bir özlemim olduğu doğru.
Paylaş:

Obwarzanek




"Obwarzanek " kendisi Krakow simidi olur. Tadı tam olarak bizim simit gibi değildir.
Genelde yaşlı teyzeler ve amcalar satar  bu simidi. Yağmur, çamur, kar, kış demeden devamlı hazırdırlar satışa. Benim gördüğüm kadarıyla 3 çeşidi var. Peynirli , haşhaşlı  ve susamlı. Ben haşhaşlısını seviyorum. Diğerlerini denemedim daha. Tanesi 1.50 veya 1.60 Zloty. Bir rivayete göre Polonya'da sadece Krakow'a özgüymüş. Diğer şehirlerinde yokmuş. Tabi gidip görmediğim için, ne denli doğru bir bilgi bilmiyorum. 
Bana buralarda çay ve simit keyfi yaşattığı için Krakow simidi yapanlara, teşekkür etmeyi bir borç bilirim :)

Sanırım hafif hafif yemek özlemi duymaya başladım bu günlerde. Geçen haftadan beri aklımda çiğ köfte var.  Dün gece de rüyamda iskender yapıyordum :) Sabah kalktığımda aslında aklıma yattı. Buralarda dönerci dükkanları var. Eti alsam gerisini pıt diye yaparım ki ben :) 



Paylaş:

7 Mayıs 2015

Kötü haber tez duyulur



Dün belkide bloglarda okuyabileceğim en kötü yazıları okudum. Her yazıda, severek takip ettiğim bir bloggerin ölüm haberi paylaşılıyordu. Okuyunca çok hüzünlendim. Blogunu okuyanlar bilir. Cihan'ın bahçesi, içi neşe dolu , rengarenk ve çok içten paylaşımları olan bir bloggerdi. Herkes gibi dünyada ki yaşamını tamamladı ve gitti.  Huzur içinde uyusun. Bizimde er ya da geç başımıza gelecek. Farkındayım. Fakat yaşamın koşuşturmasına dalıp , ölüm gerçeğinden o kadar uzaklaşıyoruz ki. Tanıdığımız veya hiç karşılaşmasak bile yazıları ile hayatına dahil olduğumuz insanların gidişi bizi etkiliyor. Belkide bu vesile ile hayatı çok ciddiye almamamız gerektiği gerçeğini hatırlıyoruz.
Ne küçük şeylere takıyoruz kafamızı.
Önem verdiğimiz şeylerin öncelik sırası değişiyor.
Yaşamdan tat almaya değil , onun peşinden koşmaya çalışırken buluyoruz kendimizi.
Belki bir bardak su ve güneş yeterken bize, biz hep daha fazlasını istiyoruz.
Daha fazlası için kendimizi paralıyoruz , çabalıyoruz ve bir gün bitmek bilmez isteklerimiz altında ezilmeye başlıyoruz.
Bazen durup soluklanmak gerek.
Ruhumuzun sesine kulak vermek gerek.
Herkesin yaşadığı gibi değil , mutlu olduğumuz şekilde yaşamak gerek.
Çünkü bu hayat bizim ve bir tekrarı daha yok.




Paylaş:

4 Mayıs 2015

Coherence - Eşevreli Haller İle Evde Sinema Keyfi




Dün akşam bir film keyfi yaptık. Coherence, düşük bütçe ile çekilen bir bilm-kurgu ve gerilim filmi.
Filmde kuantum fiziği ile eşevreli haller konusunu çok güzel bir şekilde işlenmiş. İzlerken oldukça zevk aldım. Puzzle parçalarını birleştirmek gibiydi. Bana daha önce izlediğim Üçgen adlı filmi andıran bir konusu vardı.

Konusunu özetleyecek olursam;
8 arkadaş akşam yemeği için bir evde toplanırlar.Yemekte, dünyanın çok yakınından geçmekte olan bir kuyruklu yıldız hakkında konuşmaya başlarlar. Daha önce yaşanan tuhaf olayları anlatıp eğlenirler. Fakat dünyanın çok yakınından geçen kuyruklu yıldızın ektisi ile olağanüstü olaylar yaşanmaya başlar. İlk önce cep telefonlarının ekranları patlar ve internet kullanılmaz hale gelir. Daha sonra her yerde elektrik kesintisi gerçekleşir. Elektriklerin gelmesinden sonra ise işler tamamen karmaşık bir hal alır. Eğlenceleri garip bir sürece girmeleri ile son bulur. Ve içinde bulundukları bulmacayı çözmeye çalışırlar.
Bu aralar bir film izlemek isterseniz, ve bilim kurgu filmler ilginizi çekiyorsa, bu enteresan filmi tavsiye edebilirim.


Paylaş:

3 Mayıs 2015

Bir güne bir çok iş sığdırabilmek bu olsa gerek.

Dün sabah kalktığımdan beri 1 dk yerimde durmadım desem yalan söylememiş olurum. Sabah kahvaltı sonrası İkea 'ya gittik. Evde çalışma masamız yok. Aslında eve hiç birşey almak istemiyoruz. Taşınırken bizi uğraştırmasın diye. Fakat masasızda olmuyor. Benim dikiş malzemelerim , dikiş makinem şuan kolilerin içinde. Onur'un elektronik aletleride öyle. Artık evde birşeyler yapmak istediğimizden, masa almak için düştük yollara . İşimizi görebilecek, çok pahalı olmayan iki masa aldık.Yarın teslim edecekler masalarımızı. İkea'da gezinirken, arkadaş aradı. İşiniz yoksa gelin , ben alışveriş yapacam, bir alışveriş merkezi var oraya gidelim mi diye. Tamam dedik. Alışveriş merkezinde de sanırım 2-3 saat geçirdik.
Asıl büyük buluşmamız ise akşamdı. Krakow'un en ünlü mekanlarından biri olan Shine gittik.  Gece saat 4 kadar oradaydık. Bizim çocuklar daha önce içeri girmeyi denemişler . Fakat olmamış. İçeri girebilmek için elegan bir giyim tarzınızın olması lazım demişler. Bu sefer bizimkiler de ceketlerini giydiler. Birde rezervasyon yaptırdılar. Böyle olunca da zafer bizim oldu. İçer girebildik :):)





Atmosferi oldukça güzeldi. Mekan geniş ve çok iyi bir havalandırmaya sahipti. İçeride sigara içilmemesine de ayrıca mutlu oldum. ( Buradaki çoğu  pub ve clubde sigara içmek serbest. Bir, iki saat oturunca herşeyim sigara kokuyor ve ben bundan nefret ediyorum.) Saat 22:00 gittik, 04: 00 ayrıldık. Ben bu zaman diliminde, toplasanız 30 dakika yerimde oturabildim. Ne kadar çok dans ettiğimi tarif edemem. Bir ara ışık oyunları ve dumanlar arasında kaldık. O ışık oyunları beni üniversite yıllarıma götürdü. Yurtta kaldığım dönemde , odayı 9 kız ile paylaştım. Bazı geceler canımız sıkılırdı. O zaman tüm ışıkları kapatırdık. Eline fener alan kızlar, ışıklarını bize tutardı, bir kaçımızda ortada deliler gibi dans ederdik. Şimdi kim bilir nasıl hayatların içindeler her biri. Dün akşam o kadar kalabalığın içinde, bir anda kendimi eski günlerde buldum. Yüzümde bir tebessüm ile eski günlere selam çakıp , kaldığım yerden, nefesim kesilene kadar dans etmeye devam ettim.
Bugün ise deli bir yorgunlukla baş etmeye çalışıyorum. Lakin hava harika, belki öğleden sonra nehirde bir bisiklet turu yapabilirim. Kim bilir...



Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.