25 Aralık 2020

Kahve Bahane #Kafeinsiz



Bir mikro öykü yazmaya başlayıp yarım bırakmışım. Geçen gün taslaklarda karşıma çıktı. Son bir haftadır yine birçok şey yapmayı arzularken buluyorum kendimi. Mesela bu yazıya başlamadan önce kendime kafeinsiz bir kahve yaptım. Belki biraz çizim yaparım dedim. Son anda kararımı değiştirdim. Kahvenin yanında iyi gider diye minik bir tabağın içine iki tane kurutulmuş incir, birkaç tane ceviz koydum. Müziğimi açtım ve kitap okumaya başladım. Kitaptan bir bölüm bitirdiğimde gözüm bilgisayara kaydı. Ve sonuç Kahve Bahane. 

Aralık ayının başından beri kalan izinlerimi bitirmek için Cuma günleri izinliyim. Dört gün çalışmaya pek alıştım. Polonya yasaları çalışanlarını oldukça düşünüyor. 26 iş günü (iş günü olarak belirtmekte fayda var, çünkü hafta sonları dahil olmuyor) izniniz var. Resmi tatil Cumartesi gününe geliyorsa onu istediğin bir zamanda izin olarak almak zorundasın. Ne yapalım kısmet hafta sonuna geldi diye bir şey yok. Bunların dışında bizim şirket o yıl hak ettiğin iznini ilgili yılda kullanıp bitirirsen ekstra gün veriyor. 
2021 yılına 2020 yılından hiç harcamamış (korona yüzünden harcayamamış) olduğum 26 gün izinle gireceğim. Bu demektir ki haftaya sisteme baktığımda izin hanemde 52 iş günü izmin olduğu yazacak. Türkiye'de çalıştığım zamanlarda böyle bir şeyi hayal dahi edemezdim.

Bu hafta havanın soğukluğuna aldırış etmeden sabah yürüyüşü yaptım. Bir sabah ziyadesiyle soğuktu. Yürürken kirpiklerim dondu. Bugün de hava durumu raporunu inanıp yürüyüşe çıktım. Yürüyüş sonrasında yağmura yakalanıp ıslandım. Hava tahminlerini kim yapıyorsa hiç tutturamıyor. 








Plan yapmayı severim. 2021 yılında okuyacağım kitapların bir listesini oluşturmaya başladım. Geçen senelerde Bullet Journal tekniğiyle kullandığım bir defterim vardı. Bu sene onun gibi çok kapsamlı olmamakla birlikte yapacaklarımı not almanın faydalı olacağını düşünüyorum. Havalar soğuk artık. Evde geçirdiğim zaman arttı ve ben bu zamanı boşa harcamak istemiyorum. 

Eskiden film izlemekten zevk alırdım. Şimdi uzun uzadıya ekran karşısında oturmak beni sıkıyor. Sonra elime telefonu alıp kurcalıyorum, üstünden biraz zaman geçince de vaktimi boşa harcadığım için kendime kızıyorum. Bunun adı bir şeyler yapma arzusu içindeyken ne yapacağını bilememek oluyor. 

Son dört beş aydır tek kitap yerine birkaç kitabı aynı zaman diliminde okuyorum. Biri hafif roman veya öykülerden oluşuyor. Biri ingilizce kitap oluyor. Biri de genelde bilgilendirici bir kitap oluyor. Kitapların bitirilme süresi uzuyor ama serde var olan maymun iştahlılık ancak böyle tatmin ediliyor. 

Mesela bir hevesle yazmaya başladığım bu satırlardan sonra şimdi yine farklı bir şey yapmak istiyorum. Gözüm masa başında duran kitaplara kayıyor. 
Hadi hayırlısı... 

✄----------------------------------------------------------------------

Paylaş:

17 Aralık 2020

Kahve Bahane #Çift Sayının Laneti



Hey sen! Kahve bahane yazılarının müdavimi, hoş geldin. Ben de bir hoş geldinini alırım. Biliyorsun ki son aylarda pek keyifsizdim. Depresyon hırkasını giymiş ve koca koca düğmelerini iliklemeye başlamıştım. Kahve bahane yazıları sütü bol kahve tadında yani kahve tadından yoksun olmaya başlamıştı. Bak dikkatini çekerim. Geçmiş zaman ekleriyle yazıyorum. Çünkü o hırkayı omuzlarımdan aşağı sıyırmayı başardım. Bu durumda Yasemin is back diyebiliriz. Is back ne Allah aşkına Yasemin. Sen ki hiç sevmezsin Türkçe cümlelerin arasına yabancı dilde kelimeler sıkıştırmayı. Ama böyle söyleyince de bir havalı oluyor. 

Başlıktan da anlaşılacağı üzere 2020 yılının değerlendirmesini yapmak için buradayım. Saçma sapan (yeri gelince öz eleştirimi yaparım) tek sayı takıntısı olan ben için pek keyifsiz bir yıldı 2020. Daha baştan kaybetti. Nerden tutarsam tutayım elimde hep çift sayı kalıyordu. Ben benim için keyifsiz olur diye düşünürken tüm dünya bu yıla lanetler okumaya başladı.

Yılın başında nur topu gibi bir virüsümüz oldu. Yaşadığım ülke, nur topu gibi olan bu virüsü besleyip büyütmekten yana değildi. Bu yüzden bizi evlere kapattılar. Dünyalara sığamayan duygularımızı evlerde yaşamaya çalıştık. Bu durumdan en çok hümanistler etkilendi diye düşünüyorum ben. Sarılmak yok, sevmek yok. Dokunmak yok.

Yılın ilk iki ayında yapılan planlar Mart ayında kucağımıza bir bomba misali bırakılan virüs yüzünden bilinmez bir tarihe ertelendi. Memleket hasreti çektim. Halen de çekmeye devam ediyorum. Memleket, lafı güzaf aslında; insan taşı toprağı neden özler ki! Benim için asıl özlenenler aile ve arkadaşlar. 

Özlem baki, hayat devam ediyor. Mart ayından bu yana işimi eve sığdırdım. Sporumu eve sığdırdım. Altı üstü 59 metre kare evsin sen, nasıl da gıkın çıkmadı. Helal olsun.

Bahar geldi, yasaklar esnedi. Parkları açtılar. Sporumu parklara taşıdım. Bol bol yürüdüm. Sabahları en büyük eğlencem sincaplara günaydın demek ve gizlenen mantarları bulmaktı. Havalar iyice ısındıktan sonra bisiklet maceralarım da oldu. İlk defa kayboldum. Sivrisineklerin saldırısına uğradım. Sonunda sağ salim evin yolunu buldum.

Nur topu gibi doğan virüsümüz büyüdü okul çağına geldi. Serpildi her yere. Eldeki imkanlar dahilince, içimde beni tatile götür diye bağıran, bağırmak ne kelime çığlık atan iç sesimi susturmak için tatilin daniskasını yaptım. Tatil her koşulda güzel bir eylem. Polonya içinde yapılan kısa kısa tatiller hiç tatile gidememekten evladır dedim. 

Sene başında bu sene okusam okusam 55 kitap okurum dedim. Şu an 62. kitabı okuyorum. Yıl bitmeden bu rakam 63 olacak. Çünkü bilirsin tek rakam seviyorum ben. Yıl bitsin, okuduklarım hakkında detaylı bir yazı yazarım. 

Bizim ergenliğe adım atan virüs ortalıkta kol gezerken, son iki ayda yaşadığım sağlık problemlerimden dolayı doktor randevularına gittim geldim. Gerildim. Sağlığım mı bozuluyor diye üzülürken bir yandan da doktor yolunda virüs mü kapacağım endişesi yaşadım. Yapılan ziyaretler sonuç verdi. Sağlığım düzeldi. Bu vesileyle de keyfim yerine geldi.

Bu sene keyfimi yerine getiren ve beni heyecanladıran ender hadiselerden biri de canım ciğerim, arkadaştan öte kardeşim dediğim Dilek'imin hamile oluşu haberiydi. Şimdi mesajlarımız konusu hep bizim minik haribo. Evet ben teyzesi olarak ona haribo diyorum. 
 
Yapılabilecekler kısıtlıyken, anlatacak, yazılacak şeyler de haliyle az oluyor. Bir sene içinde yazdığım 33. kahve bahane yazısı bu. Uzunca bir süredir böyle keyif alarak bir kahve bahane yazısı yazmamıştım. Umarım ki siz de okurken aynı keyfi alırsınız. 
 
Bizim ergen virüs ortalıkta kol gezerken, herkese sağlıklı günler dilemekten daha iyi bir yeni yıl dileği gelmiyor aklıma. Kendinize ve sevdilerinize iyi bakın. 2021 dememize sayılı günler kaldı. Umarım ki gelen gideni aratmaz. Şimdiden herkese Mutlu Yıllar. 
Hadi artık sen de gel 2021. 

 ✄--------------------------------------------------------------------
Paylaş:

7 Aralık 2020

Kahve Bahane #Hayat Bu


Kahve bahane bu sıralar pek tatsız olabilir. Bunun müsebbibi kafein alımını bir süre durdur diyen doktordan başkası değil. Başımı ellerimin arası aldım, masanın üstüne, dumanı tüten siyah çayımı usulca iliştirdim, kafeinsiz bir kahve bahane yazısı nasıl yazılır diye düşünmekteyim. Hafif bir baş ağrım var. Kafein yoksunluğundan veya evdeki boya kokusundan mütevellit olabilir. Bilmiyorum. Zaten çok da önemsemiyorum.

Bir süredir sağlık sorunlarımla baş etmeye çalışıyorum. Kısa bir doktor macerasından sonra şimdilik beklemedeyim. Aldığım ilaç ve vitamin takviyesi umarım işe yarar. Zira kan vermekten pek haz etmiyorum. Geçirdiğim bir ay içinde dalgalı ruh halim dolayısıyla bir hayli zorlandım. İşte buraya kadar artık depresyon hırkasını giymek üzereyim derken, vitaminler sanki bir nebze olsun iyi geldi. Son iki gündür kendimi biraz daha iyi hissediyorum. Lakin tam anlamıyla iyi değilim. Oysa ki Aralık ayı pek umut dolu yazılar yazardım buraya. Yaptıklarımı anlatırdım. Bir sonraki sene için planlarımı yazardım. Yeni bir seriye başlayacağımı duyururdum. Şimdi yarın ne yapacağımız bile muamma iken uzun uzadıya plan yazısı yazmak içimden gelmiyor. 

Yana yakıla beklediğim kitap yurdu siparişim en sonunda geldi. Şimdi okunacak kitaplarım var. Bak işte bunlar beni bir nebze mutlu ediyor. Hepsini peş peşe okumayacağım. Çünkü hemencecik bitsin istemiyorum. Araya e-kitap serpiştirmeye devam. 

Geçen hafta buraya kar serpiştirdi. Karı seviyorum. Gerçi onu da sadece yağarken seviyorum. Sonrası tam bir işkence. Donuyor. İnsan yürürken bir hayli zorlanıyor. Öyle böyle derken, ben kış ayına bayağı alıştım. Hava 3 derece olunca " bügün hava güzelmiş" diyorum. İlk sene kat kat giyinirken, geçen beş senenin ardından, bir kazak ve montla dışarı çıkabiliyorum. İnsan bu. Yaşadığı ortama ayak uydurunca sorunsuz geçirebiliyor hayatı. 

Yaşadığım ortam yüzünden bir noel ruhu kaplıyor beni bu sıralar. Evde mumlar, ışıl ışıl olan çam ağacım. Geçen postacının kapıyı çalıp, şirketin gönderdiği xmas paketini uzatınca bu ruh daha da bir tetiklendi. Dışarısı cıvıl cıvıl. Çam ağaçları süslendi. Ama insanların gözlerinde o eski neşe pek yok gibi. Herkeste bir yorgunluk, bıkmışlık belirtisi var. Bu seneki kutlamalar daha öncekiler gibi olmayacak. Hatta hiçbir kutlama olmayacak.



Hiçbir şey eskisi gibi değil ki. En son ne zaman bir kafede oturup kahvemi yudumlayıp bir dilim pasta yedim diye soruyorum kendime ve hatırlayamıyorum. İşte bu da canımı acıtıyor. Evet ev güzel, huzurlu ama insanın gerçekten küçücükte olsa mekan değişikliğine ihtiyacı var. Sizi bilmem ama benim var.

Daha önceki kahve bahane yazımda depresif hissettiğimi ve bu ruh haliyle kahve bahane yazmak istemediğimi dile getirdiğimde birkaç mesaj aldım. Senin depresif yazım tarzını merak ediyoruz dediler. Şimdi döndüm ve az önce yazdıklarımı okudum da pek bir keyifsiz olmuş. Görünüşte bir yazı var ama kahve bahanenin tadı yok.

Buradaki pastalar da öyle. Vitrinlerde al benileri öyle yüksek ki, ama tadları hiç yerinde değil. Bol bol krem şanti kullanıyorlar pastada. Pastacı kreması ve gerçek pastacı keki kullanan çok nadir. Geçen böyle bir yer keşfettim. Butik bir pastacı. Kendimi şımartmaya ihtiyacım var. Ara sıra aldığım pastalar çayın yanında bana eşlik ediyor. Çok abartmadan insanın kendini şımartması şart.

Kafamdan bu olumsuz düşünceleri bir yana süpürüp yeniden eski neşeme kavuşacağım günleri iple çekiyorum. O zaman belki yine kahve eşliğinde kahve bahane demeye devam ederim. 

İlk defa içten değilde adetten olduğu için klasik kapanış cümlemi buraya iliştiriyorum.
Bir sonraki yazıda görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Belli mi olur bir sonraki yazıda belki ben de kaybolan neşemi geri kazanmış olurum. 
Sonuçta hayat bu; sürprizlerle dolu.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

26 Kasım 2020

Kahve Bahane #Bazan



Kahve bahaneye bazan kahve bazan çay eşlik eder. Bu gece çayı erken içtiğimden mütevellit su eşliğinde yazılmış bir kahve bahane ile karşı karşıya kalacaksınız. Bazan yazma aşkıyla yanıp tutuşurken bazan bir satır yazacak gücü bulamıyorum kendimde. 

Bu gece ne içimde yanan bir aşk var, ne de güçsüz hissediyorum. Odamdayım; aynamı çevreleyen minik ışıkları karanlığı yok etmesi için açtım. Bardağımın hemen yanında, masanın üstünde, kendi halinde yanan bir mum var. İlmek ilmek ördüğüm battaniyem sallanan koltuğumun baş ucunda. Ayaklarımı pilates topuna uzattım. Dizimde bilgisayarım, kulaklığım sayesinde müzik dışında hiçbir şey duymadan yazıyorum. 

Bazan yazacaklarımı saatler öncesinden kafamda planlıyorum bazan aniden gelen bir istek sonucunda çalakalem yazılar çıkıyor ortaya ve itiraf etmeliyim; ne zaman çalakalem bir yazı yazsam daha fazla etkileşim alıyor. O yazılarımın daha çok okuyucuyu sarıp sarmaladığını hissediyorum. 

Hissetmek bazan acı verici. Buradaki önemli nokta, acının neyin sonucunda ortaya çıktığı. Her acı insana kötü şeyler hissettirmiyor. Mesela spor yaptıktan sonra hissedilen kas ağrısı insana güzel gelirken, yorucu bir günün sonrasında hissedilen baş ağrısı çekilmez oluyor. Bu aralar bazan baş ağrısı çekiyorum. Anlık ve kısa olsa bile pek bir sevimsizler. 

Sosyal hayat artık yok denecek kadar az. Ve enteresan bir şekilde bu hayata alıştım. Bazan isyan etsem bile bu yaşam tarzı artık canımı eskisi kadar sıkmıyor. Havalar oldukça soğudu. Hava durumuna bakınca bu hafta kar gelir diyor. Sabah kalkıp, perdeyi araladığımda donmuş kaldırımlar karşılıyor beni. 

Polonya'ya taşınmadan önce soğuktan nefret ederdim. Şimdi itiraf etmeliyim ki artık bu soğukları da seviyorum ve sanırım eskisine nazaran daha az üşüyorum. Bazan soğuk havada kısa bir yürüyüş hoşuma bile gidiyor. 

Hoşuma giden şeylerden biri de bitki ve meyve çayları. Her çeşit çay olmasına rağmen elma cenneti dediğim Polonya'da bir türlü elma çayı bulamamıştım ki bu akşam gittiğim markette buldum. Tadı Türkiye'de içtiklerimden farklı ama nefsimi köreltmiş olması güzel. 

Nefsimin yanında öğrenme isteğim de köreldi sanırım. Bazan gaza geliyorum. Yeni şeyler öğrenmeliyim diyorum. Bazan amacsızca, ne aradığımı bilmeden bakınırken buluyorum kendimi. Bu dönem aslında yeni şeyler öğrenmek için oldukça uygun. İşe gidiş gelişte harcanan zaman yok, sağa sola gidemediğimiz için tüm zamanı evde geçiriyoruz. Aslında isteğim var fakat bu isteğimi harekete geçirecek bir motivasyon kaynağım yok. Sanıyorum içimde yaşadığım duyguların en yalın tanımı bu. 

Kitap okumaktan ölesiye zevk aldığımı bilmeyen yok sanırım. Bazan kitap okumaktan bile sıkılıyorum. Bu yaşadıklarımın hepsi belki bir depresyona gebe. Bunu da bilmiyorum. Kendimle daha fazla konuşmaya başladım. Bazan kendi kendimi azarlarken yakalıyorum kendimi. Sonra illa her şeyi dört dörtlük yapmak zorunda değilsin diyip kendime kızan kendime kızıyorum. 

Bazan de böyle deneysel karalamalar yapıyorum. Eğer bu satıra kadar yazıyı okuduysanız eminim yazıda çokça kullandığım "bazan" kelimesi dikkatinizi çekmiştir. Belki de birçoğunuzu rahatsız etmiştir. Yazıyı okurken nasıl hissettiğinizi yorumlar kısmına yazarsanız sevinirim. 

Bu deneysel karalamayı Orhan Pamuk kitaplarından esinlenerek hayata geçirim. Orhan Pamuk, bu kelimeye romanlarında sıklıkla yer verir. Bazan, Orhan Pamuk'un imzası gibi resmen. Orhan Pamuk okumaktan pek haz etmem. Seneler sonra bir kitabını daha okudum ve  bir sayfada kullanmış olduğu yirmi adet (evet üşenmedim ve saydım) bazan kelimesinden sonra böyle bir yazı yazmak fikri düştü aklıma. 

Ne diyelim, aklıma fikirler düşemeye devam etsin ki kahve bahaneler yazılsın. Okuyucularıyla buluşsun. O zaman bir sonraki kahve bahane de buluşuncaya dek şen ve esen kalın diyorum. 
Hayat siyah ve beyazdan ibaret değil. Bazan ara renklere de bir şans vermeyi ihmal etmeyin. 
Sevgiler.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

16 Kasım 2020

Kahve Bahane #Gün Batımı


Her gün bir önce günün aynısı olmaya başladı artık. Sabah aynı saatte uyan, yan odaya geçip çalışmaya başla. Mesai bitince bilgisayarı kapatıp mutfağa geç. Hava erken karardığı için bitmeyen gece ile yüzleş. Uyu ve yine aynı döngüye uyan. 

Son bir ayını bir solukta anlat derseniz bundan fazlası yok. Böyle bir film vardı hatta. Adam devamlı aynı güne uyanıyordu. Kendimi oradaki filmin başrol oyuncusu gibi hissediyorum. Sizin orada durumlar nasıl? 

Hal böyle olunca içimden yazmak da gelmiyor. Çünkü bu depresif hal yazılarıma yansıyacak. Ortaya karamsar kahve bahaneler çıkacak. İnsanlar pek keyifsizken de böyle yazılar ile daha da çok iç karartmaya lüzum yok, değil mi?

Hava iç güveysinden hallice artık. Sabah uyandığımda hava 5 derecenin altında değilse yürüyüşe gitmeye devam ediyorum. Geçen hafta bir gün koştum bile. Dört kilometrenin sonunda bileğimde çok ince bir sızı hissettim sadece. Bence yeniden uzun uzadıya koşacağım günler uzak değil.



Havalar soğuyunca daha çok kitap okuma isteğiyle doluyorum. Battaniyenin altında, sıcacık çayım bardakta. Böyle böyle derken bu senenin okuma hedefini tutturdum. 55. kitabımı dün akşam bitirdim. Ali Lidar'ın Yolun Başı adlı şiir kitabını okudum. Seneler olmuştu şiir kitabı elime almayalı. 1000 kitap adlı sitede gezinirken bir okuma etkinliğinde denk geldim bu kitaba. Biraz da depresif hissediyordum. Bir çırpıda okudum tüm kitabı.

Aslında bu yazarla ilk tanışmam değil. Sanıyorum iki sene önce yaptığımız bir blog etkinliğinde Alengirli Şiirler adlı kitabı bana hediye olarak geldi. O kitapta yer alan şiirlere bir göz atmıştım. Dünkü kitaptan sonra, kitaplıkta okumayı bekleyen kitabımı elime alıp adam akıllı okumak şart oldu. Yani kısacası ben Ali Lidar'ın kalemini sevdim. 

Geçen hafta hem alt kat, hem üst kat komşumun akılalmaz gürültüleri sinirlerimi oldukça yıprattı. İkisinin ortasında kapana kısılmış gibi hissediyorum kendimi. En kötüsü de uyarmamıza rağmen umursamadan gürültü yapmaya devam etmeleri. Bazen avazım çıktığı kadar bağırmak ve saçlarını başlarını yolmak geliyor içimden. Aman ben boş ver Yasemin diyip bir melisa çayı yapıyorum kendime. 

İnsan kendi için bir şeyler yapmalı. Zira ben bunu pek sık yaparım. Bu akşam Küçük Prens adlı kitapta yer alan bir bölümü ararken, kendime yazdığım notla karşılaştım. Seneler önce yazmışım. Şimdi karşıma çıkınca gülümseme sebep oldu. 


Karantina, corona derken sanırım benim de dayanma eşiğim buraya kadardı. Bu hafta hissettiğim bu depresif durumdan çıkamazsam daha karamsar günler beni, daha karamsar yazılar da sizi bekliyor olacak.
Depresyon hırkasını giymemek için çabalıyorum, çabalıyorum, çabalıyorum. Umarım ki başarabilirim. 

Şimdi bardakta soğuyan çayımdan bir yudum alıp, klasikleşmiş kapanış cümlemi yazabilirim. 
Bir sonraki yazıda görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Kendinize minik tatlı notlar yazmayı deneyin. Bence seversiniz.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

29 Ekim 2020

Kahve Bahane #Elma


Haftanın bitmesine bir günden az kaldı. Bazı haftaların nasıl geçtiğini anlamıyorum, havanın güzel oluşunun zamanı hızlandırmaya bir etkisi var sanırım. Sabah kahvesini içtim. Az sonra yazının ortalarına doğru bir kahve daha hazırlarım kendime. Şöyle hafif olanından. Sabahları sert kahve içiyorum. Öğlenden sonraki kahvelerim daha hafif. Şimdilerde favorim nespressonun vanilya aromalı kahvesi. Neden nespresso? Çünkü evi ofise çevirdiğimizde bir kahve makinesi almanın zamanı geldi dedim ve nespressodan bir kahve makinesi aldım. Bu güne kadar da beni hiç pişman etmedi. Her seferinde evi mis gibi kahve kokutması da cabası. 

Bu hafta hava güzel olduğu için - aslında 6,7 derece - sabahları erkenden yürüyüşe çıktım. Saatleri bir saat geri aldık almasına da ben henüz alışamadım. Saat altı olunca uyanıyorum. Bir iki saat sabah işlerini toparlayıp, mesaiye başlamadan önce soluğu parklarda alıyorum. Öyle güzel ki. Geçen gün sincapları takip etmekten ve ağaç altlarında mantar aramaktan yürüyüşümü tamamlayamadım. Sincaplar kaçtığı fotoğrafı yok ama mantarlar öyle mi?


Sonbahar bu şehire çok yakışıyor. Rengarenk yapraklar yavaş yavaş dökülüyor. Sarının her tonu etrafa hakim. Sislerin arasından sabah güneşi doğuyor. Gel de sevme. Bazen yürüyüşümü birkaç fotoğraf karesi için bölüyorum. Böylelikle bloga koyulacak fotoğraflar birer birer artıyor telefonumda. İşte onlardan birkaçını da buraya bırakıyorum.




Sosyal hayatın sekteye uğradığı bu dönemde iki yol vardı önümde. Ya kendimi mutfağa adayıp, bir ay parçası olacaktım ya da sporla kafayı bozacaktım. Ben ikincisi seçtim. Bu aslında bir nevi kendimi oyalama yöntemim. Her gün pasta börek yapmak yerine egzersiz yapıyorum. En son bana ağırlık lazım dedim ve sipariş verdim. Evin bir köşesinde mikro bir spor salonu oluşmaya başlıyor. 

Beden sağlığı önemli tabii ama ilk önce ruh sağlığı. O bozuldu mu toparlaması zor. Yoksa kilo alıp vermek mesele değil. Geçen haftaydı sanırım bir iki gece kaygı bozukluğu nam-ı diğer anksiyete yaşadım. Aman pek bir sevimsizdi. Neyse ki uzun sürmedi. Şimdi saat on otuz dedin mi göz kapalarım ağırlaşıyor, birkaç sayfa kitap okumak niyetiyle yatağıma uzanıyorum ve bir sayfa bile okumadan uykuya dalıyorum. 

Kitap okumalarımı aksatmadım tabii. Gece yatarken değil de genelde sabah ve mesaiden sonra okuyorum. Bu aralar pek keyifli kitaplar okuyorum. Kahve ile ilgili bir kitap var. İçinden notlar çıkardığım. Kitap bitsin öğrendiklerimi ve hoşuma giden kısımlarını derleyip bir yazı yazacağım. 

Kitap yurdundan sipariş ettiğim kitaplar henüz gelmedi. Gelse de şöyle sayfaları çevire çevire kitap okusam yeniden. Şimdi tembellikten kitapları kindle da atmıyorum. Bilgisayardan okuyorum. Bilgisayar göz bozar, evet evet biliyorum lakin günün sekiz saatini bilgisayarda çalışarak geçiren biri için fazladan iki saatin lafı olmaz. 

İki saat dedim de aklıma bu hafta her akşam neredeyse iki saat oyun oynadığım gerçeği geldi. Diablo tarzı bir oyuna başladık. Şimdilik akşamları dizi izlemek yerine bizi oyalıyor. İzlenecek güzel dizi de bulamadık açıkcası. Biz de böyle elma misali, yuvarlanıp gidiyoruz. Bu nasıl bir benzetme demeyin. Polonya elması ile meşhur ve şu sıralar marketlerin sebze meyve reyonları elmalar ile dolup taşıyor. Elma sudan ucuz. Ne zaman o reyona gitsem sürüden ayrılan ve bağımsızlığı ilan edip yerde yuvarlanan bir elmaya denk geliyorum. 

Şimdi kendime bir kahve yapma zamanı. Bu da yazının sonlarına geldiğimin göstergesi. Ben kahvemi yudumlarken, yazı için bir görsel bulma çabasında olacağım. Sonrasında da yazı sizlerle buluşacak. Damakta kalan güzel kahve aromasıyla klasikleşen kapanışı yapma vakti.

Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye kadar şen ve esen kalın. 
Hazır tam da mevsimiyken elma yemeyi ihmal etmeyin. 
Sevgiler.




✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

22 Ekim 2020

Kahve Bahane #Muhteris


Bu kahve bahane yazısı, soğuk bir Krakow gecesinde yazılıyor. Masada, minik bir fenerin içinde, vanilya kokulu bir mum var. Sırf mumu daha kolay yakabilmek için ucu uzun olan çakmaklardan aldım. Evdeki tek işlevi mum yakmak olan bu çakmak, kitaplıkta duruyor. Evin muhtelif yerlerinde böyle tuhaf şeyler var. Mesala koridoru mesken tutmuş iki noel baba var. Birinin görevi kapı kolunun duvara temas etmesini önlemek. Bir diğeri de kitapların üstünde oturmuş durumda. Keyfi yerinde.

Kahve bahane yazmaya başlarken nasıl giriş yapacağım diye düşünüyorum. Ama bir yerinden tutarsam gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Yazı kendi kendine akıyor. Sonra bir bakıyorum asıl yazmak istediklerimi yazmayı atlamışım. Sırf bu yüzden yaptıklarımı not alıyorum artık. Çünkü burası benim günlüğüm gibi. Ara sıra dönüp en eski yazılarımı okuyorum. Bu beni keyiflendiriyor. 

Bir şeyleri keyifli hale getirmek için biraz çaba gerekli. Geçen hafta bilgisayarımdaki bir sorunu gidermeleri için ofis yollarına düştüm. Hava soğuktu ama yağmur çamur yoktu. Toplu taşıma kullanmak yerine bisikletime atladım gittim. Açıkcası işe gitmeyi değil de bisikletimle gittiğim iş yollarını özlediğimi fark ettim. 

Fark ettiğim şeylerden biri de evde Barış Manço gibi gezmeye başladığım. Her geçen gün parmaklarımdaki yüzüklerin sayısında bir artış söz konusu. Takıp takıştırıyorum sürekli. Ara ara böyle oluyor. Ne bulsam takasım geliyor. Sonra bir dönem her şeyi çıkartıyorum. Saatim hariç. Sanırım ben saatle doğmuşum. Kendimi bildim bileli saat takıyorum. Akıllı saat aldığımdan bu yana saatlerim dolapla tik tak yapmaya devam ediyor. Akıllı saatler benim gibi saat sever biri için doğru tercih değil. 

Doğru tercihlerden biri de en üst katta oturmak. Eğer bir üst kat komşunuz varsa, hayatınızdan gürültü eksik olmuyor. Geçen gün artık dayanamayıp yukarı çıktım. Çünkü devamlı eşyaları bir yerden bir yere sürterek götürüyorlar. Evin beyi açtı kapıyı. Derdimi anlattım. Özür diledi. Fakat yine aynı şekilde saçma sapan sesler çıkartmaya devam ediyorlar. Bu arada kapıyı açtıklarında evin görüntüsünden ötürü kısa süreli bir şok yaşadım. Koridorda ne ararsanız vardı. Böyle darmadağınık bir ev görmemiştim. Tüm ev böyleyse evde yürümek için bir şeyleri sağa sola itip çekmeleri mantıklı tabii. Aklıma geldikçe öyle darmadağınık bir halde nasıl yaşadıklarına hayret ediyorum.

Geçen hafta yaptığım en verimli işlerden biri de darmadağınık olan notlarımı bir deftere toplamak oldu. Birçok deftere, not kağıtlarına ve telefonun not kısmına yazmış olduklarımı güzelce bir araya getirdim. Aralarında üç mikro hikaye var. Onun yanı sıra gitmek istediğim yerlerin listesini de artık bu defterde tutacağım. Aslında bu defter artık benim elim kolum diyebilirim. Hatta kahve bahane yazısının başlığını o defterde yazan kelimelerden seçtim. Okuduğum kitaplarda yer alan, dikkatimi çeken kelimeleri de defterime yazıyorum. Artık aklıma ne gelirse o defterde yerini alacak. 

Bu aralar o kadar çok okuyorum ki, kitaplarım hızla tükeniyor. Bir çılgınlık yapıp kitap yurdundan sipariş verdim. Bakalım kitapların başına bir şey gelmeden bizim evin yolunu bulabilecekler mi? Onlar geledursun ben e-kitap ile okuma serüvenime devam edeyim. Benim için okumak yazmayı tetikliyor. Okudukça yazma isteği ile doluyorum. Bu da buraya, Kahve Bahane olarak yansıyor. 
 
Şimdi, alevi fenerin camına yansıyan, odayı misler gibi vanilya kokutan muma üfleme ve yazısı sizinle buluşturma zamanı. 

O zaman ne diyoruz; Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Siz, siz olun ve muhteris ile muhteriz kelimelerini birbirine karıştırmayın. 
Sevgiler.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

6 Ekim 2020

Kahve Bahane #Anestezi



Bu satırları okumak yerine, karşınızda size ben anlatıyor olsaydım muhtemelen ağzımı toparlayamıyor oluşuma şahitlik etmiş olurdunuz. Anestezinin etkisi ile uyuşmuş bir alt çeneye sahibim. Muhtemelen uyuşukluk sonrası da hafif bir ağrı nöbeti beni bekliyor. Bu yüzden bu kısa arayı fırsata çevirerek kahve bahane aman anestezi de pek şahane demeye geldim. 

Bugün keyif kahvemi yudumlamadan önce, bardağı parmaklarımla sarıp sarmaladım. Dumanının sıcaklığını yüzümde hissedene kadar yaklaştırdım, gözlerimi kapattım ve bardaktan yayılan kahve kokusunu içime çektim. Sonrasında almış olduğum o yudumun hazzını anlatmak olmaz. Bence herkesin deneyimlemesi gereken bir durum bu. 

Denemeden de bilemiyor insan değil mi? Yeni bir şey deniyorum. Klişe olan 21 günlük programlar var, hepimizin bildiği. Sağda solda gözümüze iliştirilen. İşte ben de en sonunda kolları sıvadım ve kendime göre bir 21 günlük programa başladım. Amaç yağ kütlesini düşürüp, kas kütlesini arttırmak. Aslında bu süreçle ilgili yazmak istediğim bir yazı var. Herkes şunları yemeyin diyip geçiyor. Ben bu süreçte her gün ne tükettiğimi yazmak istiyorum. Bir haftayı geride bıraktım. Sonuç alıyor olduğumu görmek güzel. Bir haftada 1,5 kilo verdim. Bugün, dişçi sonrası kendimi iyi hissetmediğim için spor yapamadım maalesef. Onun dışında her gün bir saat egzersiz de yapıyorum. Önümde iki hafta daha var. Bakalım bu iki haftayı da başarı ile tamamlarsam öncesi ve sonrası fotoğraflarımı bloga eklerim. 

Her şeyin fotoğrafını çekme hastalığından da gün geçtikçe uzaklaşıyorum. Şimdi odak noktam blogda paylaşabileceğim fotoğraflar çekmek. Mesela çalışma odama yeni bir çeki düzen verdim. Masanın yerini değiştirdim. Sonrasında da işte bunu bloguma koyabilir diye fotoğrafını çektim. Şimdi camın kenarında, her gün tek tek yapraklarına veda eden ağaçlara bakarak çalışıyorum. 




Fotoğraf güzel şey. Hatırlarsanız eski fotoğraflarımı bastırdığımı ve bir albüm yaptığımı yazmıştım daha önce. Hafta sonu gelen misafirlerimiz vardı. Buzdolabının kapağında olan fotoğraf magnetleri gördüler. Ne güzelmiş dediklerinde bunlarla birlikle albüm yaptım dedim. Sonrasında arkadaşlarıma gösterdim albümü. Öyle güzeldi ki. Beraber albümleri karıştırdık. Bu kim, şu kim diye sordular. Cevap verirken o anlara gittim geldim. Telefonda bilmem kaç piksellik fotoğraflara böyle bir muamele yapamıyorsun. Öyle telefonda kimsesiz kalmaya mahkumlar işte. 

Ben de istediğim kitapları satın alabilmek için deliler gibi kargo parası ödemeye mahkumum sanırım. Okumak istediğim fakat epub ve pdfsini bulamadığım kitapları kitap yurdunda sepete atıp duruyorum. Geçen gece aklıma geldi. Dur bakalım buraya gönderim yapıyorlar mı dedim. Yapıyorlar yapmasına da kitapların bedeli kadar kargo parası istiyorlar. Sonra internette biraz araştırdım ve başka bir site buldum. Oradaki fiyatlar daha da beterdi. 300 TL kargo parasından bahsediyorlar. Aynı kitapları amazondan almaya kalkınca da sonundaki TL uzantısı kalkıyor, yerine direkt EUR uzantısı geliyor. Mesela bir kitabın fiyatı Türkiye'de 20 TL ise Amazonda 20 EUR. Amazon Türkiye'nin de Polonya'ya gönderim hizmeti yok. Bu durumda kitap yurdundan almak daha olası gibi. Şimdilik bulabildiğim e-kitapları okumaya devam ediyorum fakat her an gemileri yakıp kitap siparişi verebilirim. 

Aradan bir yarım saat geçti sanırım. Gemiler mi? Henüz yanmadı. Fakat hafifleyen anestezi sonrası pek sevimsiz bir ağrı başladı. Aklımda bir melisa çayı içip uyumak vardı. Melisa çayımı yudumluyorum lakin melisa çayından fazlasına ihtiyacım olacak. Bir ağrı kesici almalıyım. 

Kahve bahane yazıları artık daha kısa oluyor. Farkındayım. Biraz da böyle olsun. Sık sık ama kısa.
O zaman klasik kapanışımla veda ederken, biz okumalara doyamadık diyenler için eski kahve bahane yazılarımı buraya iliştiriyorum.
 
Ve bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünce dek şen ve esen kalın diyorum. 
Dişlerinizi fırçalamayı da unutmayın. 
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

29 Eylül 2020

Kahve Bahane #Şükrü Adamı Hasta Etme!



Kahve bahanede bugün ilklerin günü. İlk defa bloggerin yeni ara yüzünü kullanarak bir yazı yazıyorum. Daha önce çizim yaparken dinlediğim müzik listemi dinliyorum. Masada da kahve yerine bol limonlu çay var. 

Sosyal medya hesaplarımda hunharca paylaşım yapmayı bıraktım. Bir baktım ki yazacak şeyler birikiyor. Demek ki blogların katili sosyal medyaymış. Oralarda, yaşadıklarımızı anında paylaşıp tüketiyoruz. Bloga yazacak bir şey kalmıyor. 

Polonya'ya sonbahar geldi. Bu sene yaprakların renk değiştirdiklerine tanıklık edemiyorum. Müsebbibi ise evden çalışıyor olmam. Bu konu da şikayetim yok aslında. Sadece bazen kendimi kaptırıp mesai saatlerini unutuyorum. Bir bakıyorum ki sekiz saatten fazladır masa başındayım. Neredeyse, evden dışarı alışveriş yapmak dışında çıkmıyorum. Havalar soğuduğu için sabah yürüyüşlerimi de askıya aldım. Ama evde spor yapmaya devam ediyorum. Anlayacağınız tam bir ev kuşu oldum. 

Telefonu elimden bırakınca bir baktım ki harıl harıl kitap okumaya başlamışım. Eskiden de okuyordum da şimdi daha fazla vakit harcıyorum. Devamlı defter alıp kullanmaya kıyamıyorum. En sonunda birine kıydım ve kendime alıntılar defteri yaptım. Uzunca bir süredir aklımda Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran-ı Kerim'i okumak vardı. Bu uzun kış gecelerinde bu dörtlüyü okuyacağım. Tabii araya daha kısa okumalar da serpiştireceğim. Bu sene hedefim 55 kitap okumaktı. 45 kitap ile hedefe pek yaklaştım. 

Bugün ilklerin günü demiştim ya bak şimdi aklıma geldi. Bugün ilk defa 2,5 litre su içtim. Ben ki günde bir bardak suyu zor içen insan evladıyım. Bunun benim için nasıl bir başarı olduğunu varın siz düşünün. Her on beş dakikada bir tuvalete gitmemi saymazsak bir sorun yok. Hatta içtikçe içesim de geliyor. Enteresan.

Enteresan demişken, bir önceki kahve bahane yazısında yazmayı unuttuğum ilginç bir anımı kaybolup gitmemesi adına yazmak istiyorum. Ballandıra ballandıra anlattığım tatilde komik bir olayla karşılaştık. Her şey sıcak bir öğlenden sonra, gözümüze kestirdiğimiz bir zirveye doğru emin adımlarla ilerlerken, manzarası güzel olan bir yamaçta soluklanmak için durmamızla başladı. Biz alabildiğine yeşil olan dağları izlerken yanımızda geçmekte olan Polonya'lı bir beyin (Yaklaşık 65 yaşlarındaydı ve 300 metre tırmanışının yarısındaydı kendisi) dzien dobry demesiyle kendimize geldik ve vermiş olduğu selama karşılık vermekte gecikmedik. Sanırım çok güzel dzien dobry demiş olmalıyız ki, bize Lehçe ne kadar daha yolumuzun kaldığı sordu. Biz Lehçeyi az bildiğimizi söyledik. Ve yolun ortasındayız dedik. Beybabaya İngilizce bilip bilmediğini sorduk. Bilmediğini ama Almanca, Çekçe ve Rusça bildiğini söyledi. Biz de o dilleri bilmediğimiz söyleyince ortamda otuz saniye kadar bir sessiz oldu. Sessizliği yine Lehçe olarak sorduğu  nerelisiniz soru kalıbı bozdu. Biz de Türküz dedik. Beybaba bu sefer 15 saniye kadar durakladı ve bize Türkçe " merhaba, nasılsın? " demez mi? Bizde ki şaşkınlık tam anlamıyla geçmemişken bu sefer yanına grubun diğer üyeleri geldi. İki tatlı teyze ve bir beybaba daha. Onlara çabucak bizim Türk olduğumuzu söyleyen esas beybaba son hamlesini yaptı ve bizi şoka uğratacak o cümleyi kurdu. " Şükrü adamı hasta etme!" 
Zakopane'de bir dağın zirvesine tırmanırken duyabileceğim en son ve en saçma kelime kalıbını duydum. İki tatlı teyzeden biri türk dizileri izlediğini söyledi. Beybaba cümleyi doğru kurmanın gazıyla ellerini iki yana açıp daha yüksek sesle repliğini tekrar ederken biz şaşkınlık içinde bakakaldık. Gülüşmeler sonrası güzel dileklerimizi birbirimize sunup yolumuza devam etti. 

Kim mi bu Şükrü? İnanın hiçbir fikrim yok. 


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

24 Eylül 2020

Kahve Bahane # 2 Numara


Neler oluyor? Ya ben çok sık tatile çıkıyorum ya da sadece tatil sonrası Kahve Bahane yazıyorum. Blog tatil yazıları ile dolup taşmış. Hazır tatilden dönmüşken ve iş beni bunaltmaya başlamamışken, ruhumdaki hafifliğin bana eşlik ettiği, az yazılı, bol görselli bir kahve bahane yazısını ile buradayım. 2 numara mı? Onu tatilin sonuna kadar ben de bilmiyordum. Aslında başlık bambaşka ocaktı, gelin görün ki 2 numara kendi adını buraya yazdırmayı sonuna kadar hak etti.

Tatilde herkes memlekete gitti, benden de böyle bir hareket bekleyenler vardı. Fakat duygularıma yenik düşüp, Türkiye yollarına düşmedim. Bu düşmeyeceğim anlamına gelmiyor. Her an bir çılgınlık yapabiliriz. 
 
Burada tatil günlerimi harca harca bitiremiyorum. Bu tatilde de Polonya'da gezelim görelim dedim. Göçmen kuşlar misali sıcağı takip edip güneye indim. Şanslıydım ki tatil sürecince hava pek bir güzeldi. Yarından itibaren soğuyacak ve yağmurlar gelecekmiş. Varsın gelsin.

Polonyanın doğası yemyeşil. Bu yüzden gezmesi de keyifli. Üç farklı durak belirledik kendimize. İlk durağımız nehir kenarıydı. Orada geçirdiğim günler resmen emeklilik simülasyonu gibiydi. Kaldığımız eve babaanne evi adını verdik. Sabah bahçede kahvaltı, sonrasında yakındaki göle gidip güneşlenme sefası, akşam karanlık basmadan yakılan mangal, gece soğuyan hava yüzünden yorganın altına girip izlenilen dizi ile babaanne evi adının hakkı verdi. Orada kaldığım sürede bir kitabı bitirdim. Bir diğerini de yarıladım. Ayrıca kendimi erken emekli edip, Dikili'de böyle bir hayatı yaşamanın hayalini kurup durdum.






İkinci durağımız ise göl kenarında bir otel odasıydı. Sabah perdeyi açıp göl manzarası ile karşılaşmak, göl kenarında yapılan gezi, yine fütursuzca kitap okuma seansları ile iki gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Göl evi diye bir film vardı. Posta kutusunda gelen mektuplar üzerine şekillenen bir film. Nedense orada olduğum süre boyunca aklıma gelip durdu.





Son durak ise dağlar oldu. Beş sene sonunda Zakopane'ye adım attım. Balkonundan dere sesini duyabildiğim, ağaçlar arasında yer alan bir konakta kaldık. Birinci gün 300 metre ve ikinci gün 500 metre tırmanışların yer aldığı uzunca yürüşler sonra oluşan tatlı yorgunluk, yürüdüğüm ormanda tüm uyarılarda bolca yer alan, göremediğim fakat sesini duyabildiğim ayılara rağmen sağ salim geri dönmenin huzuru, meşhur ters evin içerisinde geçirdiğim eğlenceli dakikalar ve gece soğuğu ile boğuşmanın verdiği sersemlik ile bir tatili daha tamamladım. 













Tatil tam anlamıyla bir arınma oldu benim için. Sekiz günde dört kitap okudum. Bu süre zarfında hiçbir sosyal medya hesabıma bakmadım. Telefonu hava durumunu kontrol etmek için kullandım. Bir de anneme ve kardeşlerime iyi olduğumu haber vermek için ara ara yazdım. Ve fark ettim ki hiçbir şey kaybetmemişim.



Basılı kitaplarım ve tatilim bitti. Ama durun yazı henüz bitmedi. Şimdi neden başlığın 2 numara olduğunu açıklama zamanı. Konakladığımız her yerde, babaanne evinin numarası da dahil olmak üzere, oda numaramız ikiydi. İşte bu yüzden bu yazı 2 numara olmayı hak etti.

Şimdilik benden bu kadar, artık sosyal medya hesaplarını daha az kullanıp, daha çok blog yazısı yazmaya karar verdim. Bu karınca nerelerde? Neler yapıyor diye merak ederseniz, bloga uğramayı, uğramışken de selam vermeyi ihmal etmeyin.

Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşmek üzere şen ve esen kalın. Elinizdeki telefonlara dalıp etrafınızdaki güzelleli kaçırmayın. Benden söylemesi.
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.