25 Haziran 2019

Kahve Bahane #45


Kahve içme isteğim zamandan bağımsız gelişiyor. Kahve bahane serisine bir yenisi eklemek için bu gece bilgisayar başına geçtim. Masamda da mis kokulu kahvem bana eşlik ediyor. Saat 22:33 olmasına rağmen ben birazdan kahvemi yudumlamaya başlayacağım. Kahve birçok kişinin uykusunu kaçırması ile ünlü lakin bende pek işe yaramıyor. Kahveyi içip hemen ardından uykuya dalabilen bir bünyeye sahibim.

Bazı şeyler bazı bünyelerde farklı etkiler yaratabiliyor. Krakow halkı sıcaktan yana dertli bu aralar. Onlar dert yanadursun, ben bu sıcak havalar yüzünden mutluyum. Hatta o kadar mutluyum ki yeni işe alışma evresini bile daha çabuk atlatıyorum. Bunda daha yeni tatilden dönmüş olmanın da payı azımsanamayacak kadar büyük.

Tatil güzel şey. Bu güne kadar kötü diyeni duymadım. Ama her şey dozunda güzel. Hep tatil olsa emin olun bir işiniz olmasını istersiniz. Tecrübe ile sabittir. İnsanoğlu böyle, her zaman elinde olmayanı arzular. Elde ettikten sonra da ya kıymet bitmez ya da şükretmez.

Şükür önemli. Mesela ben her gün iş yerinde mutfağa doğru yürürken, koridorun hemen dibinde bulunan diğer ekiple çalışmadığım için şükrediyorum. Laf aramızda ilk görüşmemi o ekiple yapmıştım. Onlar olumsuz cevap dönmüşlerdi. Şimdi oradan her geçişimde, oh iyi ki olumsuz dönüş yapmışlar diyorum. Ne diyelim; Allah ağzımızı tadını bozmasın.

Damak tadı da farklı bir araştırma konusu bence. Türkiye'den döndüğümden beri bunu düşünüyorum. Bizim bayılarak tükettiğimiz birçok yemeği dünyanın çoğu yerinde bilmiyorlar bile. Keza biz de onların yediklerinden bi haberiz. Böyle düşününce insanların kendilerini, kültürlerini yerlere göklere sığdıramamasına bir anlam veremiyorum. Yani o coğrafyada doğmuş olmak bir ayrıcalık değil. Sadece random bir olay.

Anlam veremediğim bir diğer konu ise insanların tembelliği. Niye böyleyiz? Neden tembelliğe çok yatkınız? Burada hemen bir öz eleştiri yapmam gerek. Tatil dönüşü spora ha başladım ha başlıyorum derken iki haftayı yedim bitirdim. Hafif koşu ve evde yaptığım günlük hareketler dışında daha spor salonuna adım atmadım.

Yeri gelmişken yiğidi öldürüp hakkını yemiyoruz. (Burada bahsi geçen yiğit ben oluyorum). Havaların güzelliğini fırsat bilip bisiklet sürmeye başladım. Ne çok özlemişim bisikletimi. Binmeden önce canım bebeğim diye seviyorum kendisini. Bence o da beni seviyor. Güzel bir ikiliyiz. Bugün hayatımda ilk defa işe bisikletle gittim. Bu benim hayallerimden biriydi. Seneler önce Amsterdam'a gittiğimde sokaklarda bisiklet ile işe giden insanları gördüğümde "ah keşke ben de işe böyle bisikletle gidebilsem" diye düşünmüştüm. O gün evrene fırlattığım bu mesaj seneler sonra bumerang edası ile döndü dolaştı beni buldu.

Düşünce de önemli. Nerede ne düşündüğüne, ne istediğine dikkat etmeli insan. Evren bir gün düşündüğünü önüne lök diye çıkartıyor. Yukarıdaki paragrafta bahsi geçen olaydaki kıssadan hisse ise "güzel düşün, güzel olsun". Benden söylemesi.

Yine Bir Tutam Karınca'nın sloganı olan "her şeyden biraz, hiçbir şeyden tam değil" tadında bir yazı oldu. Daha çok daldan dala atlamadan yazıyı sonlandırma zamanı geldi çattı. O zaman ne diyoruz;

Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Sevgiler.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

21 Haziran 2019

Araba



Araba alacağını söylediği zaman çevresindekiler tarafından yadırgandı. Babasını vahim bir trafik kazasında kaybetmişti. Nasıl araba sürmeye cesaret edebilirdi. Hiç mi korkmuyordu. Bu söylemler arasında o ehliyet kursuna kayıt oldu. Direksiyon başına ilk geçişiydi. Eskiden babasıyla yaptığı uzun yolculuklarda babası ona tabelaları öğretmişti. Bu yüzden sınavları vermesi kolay oldu. Çok da eğlenceli bir grupla pratik eğitimini tamamladı. Sınav günü gelip çattığında, oldukça yüksek bir puan alarak ehliyetini aldı.

Aradan çok az bir zaman geçti. İlk arabasını aldı. Arabası badem kabuğu rengindeydi. Bir tanıdığıyla biraz alıştırma yapmaya karar verdi. Geceleri çıktı trafiğe. Direksiyon başındayken yapılan tüm eşek şakalarını (bir anda vitesi boşa almalar, koltuğun ayarı ile oynamalar tarzında olan şakaları) soğukkanlılıkla karşıladı. Pratik yaptıkları bir gün hızlı giderken, yola düşmüş olan boş bir bidonu (beş kiloluk plastik bidonu) arabanın altına aldı. İlk defa o zaman birine çarpsa nasıl hissedeceğini hissetti. Çok korktu. Ama bu ona büyük bir ders oldu. Ayrıca tünellerde araba sürmekten de nefret etti. Tünel ne korkutucu şeydi. Yaptığı pratikler sonucunda çok güzel araba kullanmaya başladı. Gece annesini ve kardeşlerini atardı arabaya, saatlerce araba sürerdi. O gidiş hepsine iyi gelirdi. Sıkıldığı ve yalnız kalmak istediği zamanlarda da Feridun Düzağaç'ı açardı, çekerdi deniz kenarına. Müzik dinlerken dalgaları seyrederdi. Ruhuna iyi gelirdi.

Yağmurlu havalarda araba kullanmayı çok sevdi. Yağmur cama vururken radyoda güzel bir müziğe denk geldiğinde keyfi katlanarak artardı. Gündüzden çok gece araba sürmeye bayılırdı. Karşıdan gelen araçların ışıkları onu rahatsız etmezdi. Hiç yorulmadan sürerdi yıldızların altında. Virajlı yolları düz yollara tercih ederdi. Tünele girdiğinde ya yüksek sesle şarkı söylerdi ya da saçma sapan konuşmaya başlardı. Onunla ilk kez tünele girenler verdiği tepkiye şaşırırdı. Yıllar geçti, polis fobisini yendi, tünel fobisini yenemedi.

Evlendiğinde badem kabuğu arabasını baba ocağında bıraktı. Düzenini oluşturduktan ve para biriktirdikten sonra beyaz bir renk arabası oldu. Uzun yolculuklara çıktı o araba ile. Tatile gitti. Arkadaş düğünlerine gitti. Beyaz arabası onu bir kez yolda bıraktı bırakmasına lakin o, onu sevmekten vazgeçmedi. Yaşadığı şehirden taşınırken beyaz arabasını arkadaşına sattı.

Uzunca bir süre geçmedi direksiyon başına. Arada bir araba kiraladı. Unuttum mu acaba derken, hiçbir şey unutmadığını fark etti. Her seferinde aynı keyifle sürdü. Ailesini ziyarete gittiğinde kardeşinin arabasını sürmeye devam etti. Baba ocağındaki badem kabuğu araba yerini beyaz bir arabaya bırakmıştı çoktan.

İşte bu kız, bu sene yine kardeşinin arabasını gece yarısı Mordoğan'dan İzmir'e sürdü. Virajlı yollarda, gece karanlığında arabayı sürerken o kadar keyif aldı ki aklına bu satırları yazmak geldi.

Ve yazdı.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

19 Haziran 2019

Kahve Bahane #44


Yazılacak çok şey birikti. Aklımdakilerin hepsini bu kahve bahane yazısına yazmaya kalksam, ben yazmaktan bitap düşerim siz de muhtemelen okumaktan sıkılıp, sayfanın yarısında terk-i diyar eylersiniz. Bu yüzden fazla detaya girmeden yüzeysel bir kahve bahane yazısı yazmaya karar verdim. Çayımı demledim. Masamda yerimi aldım. Neden mi çay? Çünkü bugün iş yerinde üç bardak kahve içtim.

Hareketli bir Mayıs ayı geçirdiğimi söylemiştim. Haziran başı ise oldukça huzurluydu. İki haftalık Türkiye tatili ile bol bol enerji ve huzur depoladım. İki haftaya İzmir, Kuşadası ve İstanbul ziyaretini sıkıştırdım. Bir senenin ardından Türkiye'ye gitmenin hem iyi hem de kötü yanları vardı.

Krakow'daki düzene fazlasıyla alışmış bünye. Türkiye'de var olan düzensizlik ve aşırı kalabalık beni yordu. Ben ki İstanbul'da yaşadığım zaman diliminde günümün 3 saatini iş trafiğin vermiş insanım. İnsan içinde olunca bir türlü akıp gidiyor, o koşuşturma ona normal geliyor; o yoğunluktan uzaklaştığı zaman ise ben bunlara nasıl katlanmışım diye soruyor kendine. Bu kötü yanı. İyi yanı ise sevdiklerimi görüdüm, hasret giderdim, özlediğim yemekleri yedim. Bol bol fotoğraf çektim anılara ekledim. Yakın zamanda bloguma da ekleyeceğim. Çünkü blogum benim günlüğüm gibi.

Krakow artık benim evim. Kendimi buraya ait hissediyorum. Türkiye'den dönerken üzüldüğüm tek nokta sevdiklerimi orada bırakmak. Şimdi kız kardeşim, annem, erkek kardeşim ve canım arkadaşlarım burada yaşıyor olsa, Krakow'daki yaşamımı hiçbir şeye değişmezdim. Derler ya doğduğun yer mi, doyduğun yer mi? Benim için sanırım huzurlu olduğum yer. Yoksa kara parçasının gözümde zerre kadar önemi yok.

Huzurdan konu açılmışken, çiçeği burnunda bir çalışanım. Yeni şirketimde bugün 3. günümdü ve ben kendimi oldukça huzurlu hissediyorum. Yeni şeyler öğrenmenin getirdiği stres bile bana tatlı geliyor. Beynimde uçuşan yeni bilgiler yüzünden eve yorgun argın geliyorum. Erkenden uyuyorum. Umarım bu huzur ve heyecan asla yok olmaz.

Artık işe ulaşımı otobüsle yapıyorum. Gidiş 16 dakika, dönüş 16 dakika etti mi sana 32 dakika. Bu süre zarfında kitap okuyorum. Tatilde de çok verimli okumalar yaptım. Ne umdum ne buldum haziran yazısında son durumu paylaşırım. Bu ay okuma performansımdan memnunum.

Bloga devamlı veri giriyoruz. Geçenlerde arkadaş ortamında beni bir anda derin düşüncelere sevk eden bir konu hakkında konuştuk. Bilgiye bu kadar kolay erişebiliyoruz da bunların hiçbiri basılı değil dedi arkadaşım. Düşünsene bir gün youtube kapandı, viki kapandı. Ne olacak o kadar video. O kadar bilgi. Uçup gidecek. Eskiden bilgilere erişim için kütüphanelere giderdik. Araştırma yapardık.  Bu konuyu konuşurken aklıma bloga yazdığım yazılar geldi. Bir gün blogger yok olma kararı alsa ve bunu bize bildirmese tüm veriler bizim elimizden de uçup gidecek. Bu aralar bloga yazdığım tüm yazıları defterime de yazmayı düşünüyorum. Oradan bakınca delilik gibi gelebilir. Ama iç sesim beni bu yönde dürtüyor.

İç sesimim beni dürttüğü bir diğer konu spor. Türkiye'de bir ölçüm yaptırdım. Su oranım, iç yağ oranım her şey yolundaymış. Fakat kas kütlemi biraz arttırmam lazımmış. Şimdi bana kas kütlesini arttıracak tarzda bir yeme düzeni ve spor programı lazım. Bu konuda önerileriniz varsa ve paylaşırsanız sevinirim.

Yeni işe alışma süreci sonrası aktif spor yapmaya ve yeniden bol bol yazı yazmaya başlayacağım. Az kaldı.

Şimdilik benden bu kadar.
Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

9 Haziran 2019

Ne Umdum Ne Buldum #Mayıs


Geç yazılmış bir ne umdum ne buldum yazısı olacak bu. Mayıs ayının hareketliliği geçen tüm ayları gölgede bıraktı. Klasik bir giriş ile başlayayım.

Mayıs ayından yine güzel bir hava umdum. Fakat gelmeyen bahar yine gelmedi. Mayıs ayının son haftası fırtına buldum. Bu sene yazın geleceğini dair umudumu kaybetmek üzereyim.

Düzenli spor yapmayı umdum. Pek düzenli olmasa bile (düzenden kastım gün aşırı veya her gün koşmaktı) her hafta koştum. Bol bol yürüyüş buldum. Artık spor salonundan kurtuldum. Dışarıda koşu ve yürüyüşe başladım.

Üç kitap okumayı umdum. Umduğumu da buldum. Uzun zamandır kitaplığımda okunmayı bekleyen Tolstoy'un Savaş ve Barış adlı kitabını okudum. Bu kitapla birlikte içinde savaş olaylarının anlatıldığı, cepheyi konu alan kitapları sevmediğimi keşfettim. Askerlerin hayatlarını, siperlerin arkasında yaşadıklarını gözümde canlandıramıyorum. Bunun dışında Sabahattin Ali'nin Bütün Hikayeler adlı kitabını okudum. Oldukça sevdim. Ay kapanışını M. Kemal Atatürk ile yaptım.

Artık yeşil çay içmeyi ummuyorum. Çünkü geçen dört ayın ardından yeni bir alışkanlık edindim. Her sabah kahvemden sonra yeşil çay içiyorum. Yeşil çay dengeli tüketildiğinde oldukça yararlı. Kahve demişken günlük içtiğim kahve sayısını düşürdüm. Artık günde iki bardaktan fazla kahve içmiyorum.

Su içme ile ilgili umutlarım oldum olası var. Bulduklarım ise içler acısı. Tam böyle umutsuz bir söz öbeği sonrası bu ay enteresan şeyler olduğunu söyleyebilirim. Su içme oranımı arttırmayı başardım. Sağda solda devamlı iki litre su için söylemlerine kulak tıkadım. İdrar rengini baz alıyorum artık.

Mayıs ayında geçen sene umduğum şeyi buldum. 2018 yılının sonuna doğru 2019 yılında bir iş bulacağım demiştim ve gerçekten de öyle oldu. Haziran ayında başlayacağım bir yeni bir işim var artık.

Mayıs ayından sağlık umdum. Çünkü havaların dengesizliği yüzünden tanıdıklarım hep hastaydı. Küçük bir hastalık buldum. Bu süreçte ya koşup bu hastalığı atlatırım dedim; ya da yorgan döşek yatarım. Şanslıydım sanırım. Koşu sonrası yorgan döşek yatmadan atlattım gitti. Bu arada tuhaf bir şey oldu. Hastalanacağımı hissettiğim an canım dereotu çekti. Normalde dereotunu pek sevmem. Hani derler ya kırk yıl yemesem aklıma gelmez. Öyle işte. Hafif seyreden hastalığı atlatana kadar demet demet dereotu yedim. Sonradan araştırdım. Meğer dereotunda bol derece C vitamini varmış.

Mayıs ayında Haziran ayında çıkacağım tatilin hayalini kurdum. 31 Mayıs itibariyle tatilime kavuştum. Deniz, güneş, bol muhabbet...

Şimdilik anlatacaklarım bu kadar. Bu ay ne umdum ne buldum yazısı hayli enteresan oldu. Çünkü bunu havuz başında şezlonga uzanmışken, Krakow'dan aldığım not defterime yazıyorum. Muhtemelen bilgisayar başına geçip, blog yazısı olarak yazarken hataları düzelteceğim. (düzelttim)
Bu yazının orijinal haliyse bir hatıra olarak not defterimde kalacak.

Bir sonraki ne umdum ne buldum yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.

15:57 / 02.06.2019 / Kuşadası- İzmir

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.