29 Mayıs 2020

Koşmasaydım Çekemezdim


Merhaba sevgili okuyucu. Az sonra göreceğin güzelliklerin hepsini koşmama borçluyum. Koşmasaydım Yazamazdım der Haruki Murakami. Bir zamanlar onun kitabından etkilenip kaleme aldığım yazıyı ve mikro öykümü okumak istersen yukarıda gördüğün renkli yazıya tık yapman yeterli. Ben de bu yazıyı sizlerle buluşturmamı koşmama borçluyum. Koşmasaydım çekemezdim. Çekmeseydim de böyle bir yazı yazamazdım. Aslında bu sefer yazıdan çok görselin olduğu bir paylaşımla seni baş başa bırakmak istiyorum. Hepsi farklı günlerde, Krakow'nun parklarında beni büyüleyen karelerden oluşuyor. Hiçbirinde filtre yok. Bu çekimlerin amatör birinin elinden çıktığını unutma. O an ne gördüysem onun ekrana yansıması içeriyor bu kareler.

Güneşin doğuşunu karşılayan çalı çiçeklerini, baharın müjdecisi olan papatyaları, göklere uzanan beyaz çiçekleri, çimlerin arasından kafasını uzatan minik çiçekleri ve daha fazlasını görmeye hazırsan ekranı kaydırmaya başlayabilirsin. Ama dur! Gitmeden önce seninle minik bir sır paylaşacağım. Fotoğrafları hızlıca geçmezsen, içlerinden birinde koşu yolumun üzerinde keşfettiğim dev salyangozu görebilirsin. O benim için Alice Harikalar Diyarındaki karakterlerden biri. Yolunu kaybedip bu parka gelmiş; onu kimse fark etmesin diye yakınına gidince kendisine bir ağaç kabuğu görünümünü vermiş. Ve sadece büyük bir hayal gücü olanlara kendini gösteriyormuş. Bakalım sen bu dev salyangozu görebilecek misin? 
Eğer göremediysen üzülme, herkes şirinleri görmek zorunda değil; böyle düşün ve ilerlemeye devam et. Az kalsın unutuyordum bıkmadan ilerlersen yazının sonunda seni tatlı bir sürpriz bekliyor. 
Şimdi, hazırsan başlıyoruz.














































Paylaş:

23 Mayıs 2020

Kahve Bahane #Düşüş


Dün gece yatarken yarın güzel bir kahve bahane yazısı yazayım dedim ve ilk paragrafı kafamda yazdım. Yazdım yazmasına da bir yere not almayınca o havalı giriş bir karahindiba misali puf oldu aklımdan uçup gitti. Elimde de böyle saçma sapan bir giriş kaldı.

Evde olmanın vermiş olduğu rahatlıktan mıdır bilinmez, yazmayı devamlı erteliyorum. Hayat, yavaş yavaş normale dönerken bizim şirket bizi geri çağırmama konusunda pek bir istekli. Bu durum benim de işime geliyor açıkcası. Evde çalışmaya alıştım. Hatta daha verimli çalışıyorum. Tek sıkıntım az hareket ediyor olmak. Konforumu bozacak ses yok, sağda solda dolaşan insan yok. Böyle olunca da dur bir kahve molası verip mutfağa kaçayım demiyorum.

Hareketsizlik türlü sıkıntılara gebe. Bunu bir nebze aşabilmek için kendime akıllı saat aldım. Aslında 4 sene önce Mi 2 band almıştım ve çok memnundum kendisinden. Fakat bu sene ekranı neredeyse okunmayacak duruma geldi. Yazıları soluklaştı. Üstüne şarj cihazını da ofiste unutunca yeni bir tane akıllı saat almak için kolları sıvadım. Pahalı olan markalara biraz göz gezdirdim. Telefonumla eşleşsin diye acaba bir Apple watch mı alsam dedim. Sonra ne gerek var o kadar para vermeye diyerek Mi 4 band almaya karar verdim ve aldım. Oldukça yerinde bir karar oldu. İsteklerimi fazlasıyla karşılıyor. Hareketsizlik uyarısını da açtım. Bir saat boyunca yerimde oturunca kolumda titriyor ve hadi kalk biraz yürü diyor. Henüz bisiklet ve koşu özelliğini kullanmadım.

Bir süre spora zorunlu ara vermek zorundayım. Neden mi? Krakow'un taşı toprağı altındır dediler. Ben de dur nasılmış dedim, geçen gün market dönüşü kendimi yerde toprağını öperken buldum. Nasıl oldu diye sorarsanız kaldırımdan mı düştüm, kaldırıma mı takıldım. Hiç emin değilim. Sendeledim, dengem bozulunca hayda gitti yumurtalar diye düşünmeye başlamıştım ki bir baktım yerdeyim. Sol kolum, bileğim ve bacağım ve ayağımdaki sızının yanı sıra 3 yumurta ve toz haline dönen cips paketini ile bu düşüşü tamamladım. Adeta buz patenindeki artistlik hareketler gibiydi düşüşüm. Ayağa kalktığımda da çok güldüm kendime. Hatta sonrasında aklıma geldikçe de güldüm. Az şişlik ve yer yer oluşan morluklarım var şimdi. İşin kötü tarafı sanırım bir süre koşamayacak olmam. Biraz fazla yürüyünce ayağımda ve dizimde bir ağrı oluşuyor. Daha önce bir sakatlığımı göz ardı edip koşmaya devam ettiğimde başıma gelenleri bildiğimden koşmaya hiç yeltenmiyorum. Ayağımdaki ağrı tamamiyle geçsin, o zaman sahalara dönerim.

Dünya değişiyor. İlkimler de değişiyor. Kışın Krakow'a dondurucu soğuklar gelmedi diye sevinirken, şimdi de bir türlü gelmeyen yaz yüzünden üzülüyorum. Sen baharsın bir kendine gel değil mi? Yok nerde. Geçen hafta sürekli esen bir hava, arada bir cee yapıp kaçan güneş ile Mayıs ayını bitirmek üzereyiz. Oysa ki bahar geldi diye, balkonu çiçeklerle doldurmaya başlamıştım. Şimdi akşamları hepsi üşüyordur. Hava bazı geceler 5-6 derece oluyor. Bu güzelim çiçekler ne yapsın!!!

Karantina sürecinde herkes kendini oyalamak için bir şeyler buluyor. Ben de kafayı çiçek alışverişi ile bozmuş durumdayım. Markete her gittiğimde kendimi bahçe reyonunun önüne buluyorum. Bugün sabah, bizim bey gerçeklerle yüzleş artık dedi. Kaç çiçeğin var?  Bir saydım, evde bakım bekleyin 41 canlı var. Bunlara maydanozum, nanem, fesleğenim ve domatesim dahil. Her sabah kahvaltıdan sonra, hepsinin halini hatırını soruyorum. Bakımlarını yapıyorum. Onlarla zaman geçirmek hoşuma gidiyor. Hatta tam şu an karşımda duran karanfillerim onlardan bahsettiğimi anlamış gibi, etrafa harika kokular saçıyorlar. Gel de sevme. Olacak iş mi?

Sevmek güzel şey, o yüzden bu sancılı zamanda siz de kendinize sevecek bir şeyler bulun. Evet bu bir yatırım tavsiyesidir. Neye mi yatırım? Tabii ki akıl sağlığınıza.

Şimdilik benden bu kadar. Bir sonraki yazıda görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Sevmeyi de ihmal etmeyin.
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

15 Mayıs 2020

Geçmişe Dönüş


İşte tam bu an zihnimden tamamen sildiğimi fark ettiğim bir zaman aralığını yeniden hatırladım. En depresif, en dipte hissettiğim zaman dilimlerinden biri. Üzerinden nereden baksan yirmi sene geçmiş. Bunu bana hatırlatan bir şarkı oldu. Bu şarkı beni bir albüme yönlendirdi. 2000'lerin çok da popüler olmayan albümlerinden biri.

Bir kokunun hatıraları canlandırdığı gibi, bu müzik de hatıralarımı canlandıracak diye umarken beklediğim gibi olmadı. Aksine bana sadece o zamanlardaki ruh halimi hatırlattı. O zaman diliminde nasıl hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum ama bunun sebebini, tam olarak neler yaşadığımı hiç hatırlamıyorum. Evim dediğim yerden bambaşka bir yerde yaşıyordum ve bununla ilgili hiçbir ayrıntı hatırlamıyorum. Küçük de değildim, lisedeydim.

Demek ki zihnim bunu hatırlamamayı ve ilişkili tüm hatıraları temizlemeyi tercih etmiş. Bunun elbette bir sebebi vardır ve buna saygı duymaktan hatta buna teslim olmaktan başla bir şansım yok. Ayrıntıları hatırlamak gibi bir gayem de yok. Beni şaşırtan şey, bu yoğun duyguları bende yaratan tüm bu yaşanmışlıkların zihnimde sadece bir şarkı, bir albümle hatırlanıyor ve ortaya çıkıyor olması.
Beni şaşırtan şey, bu albümü dinlediğimde tıpkı yirmi sene önce hissettiğim gibi depresif, kaybolmuş, çaresiz hissediyor olmak. Rastgele denk geldiğim bu albümün zihnimin unutmak için çabaladığı bir zaman dilimindeki hislerimi açığa çıkarıyor oluşuna şaşırıyorum. Dinlerken şaşırıyorum, şaşırırken dipte ve çaresiz hissediyorum. Elimden başka hiçbir şey gelmiyor. Depresif hissetmeme şaşırıyorum. On yedi yaşındaki ruh halimi otuz yedi yaşımda sadece bir albümü dinleyerek yaşıyor olmama şaşırıyorum. Şaşırdıkça daha depresif ve çaresiz hissediyorum. Çünkü şu anda da aslında o andaki kadar dipte hissediyorum. 

Hayatta arzu ettiğim şeylere ulaşıp ulaşmadığımı bile bilmiyorum. Çünkü ne istediğim, ne arzu ettiğim konusunda en ufak bir fikrim yok. Sadece bu eski albümü dinleyip yirmi sene önceki o ruh halimi zihnimde yeniden canlandırıyorum. Belki de doğru bir şey yapmıyorum.

Ve bu albüm beni aynı grubun başka bir albümüne yönlendiriyor. Bu sefer de bambaşka bir zaman dilimine yolculuğa çıkıyorum. Yirmi değil, on altı yıl öncesine, daha da dipte ve hatta intihara en meyilli olduğum döneme. İntihar etmem için hiçbir sebep olmadığı döneme. Sadece öyle hissettiğim, okuduğum, dinlediğim, özümsediğim her şeyin beni buna yönlendirdiğini düşündüğüm bir döneme. O dönemle ilgili anılarım da çok net değil. Ama eminim ki o zamanlarda da beni bu kadar sarsacak, dibe itecek şeyler yaşamadım. Ya da yaşadım ve zihnim onları hatırlamak istemediğini için ilgili anıları çoktan silmiş.

İlk cümlemde söylediğimi düşünürsek, zihnim bazen bazı şeyleri unutmayı tercih ediyorsa, zihnime, beni ben yapan tüm yaşanmışlıklar birikimine nasıl güvenebilirim? Ya o beni başka biri olarak hatırlamak istiyorsa? Ben tam olarak neyim? Beni ben yapan şey anılarım, yaşanmışlıklarım, tecrübelerimse ve bu zihin bazı tecrübeleri filtre etmeyi tercih ediyorsa, ben aslında yaşadığım her şey miyim, yoksa beyin kıvrımlarımın filtre etmeyi tercih ettiği şeylerden mi ibaretim? Benim kişiliğimi oluşturan asıl şey beynimde küçük bir yer kaplayan filtre mi?

Sabah uyanıp bunu okuduğumda kendime soracağım soruyu da biliyorum. Filtre veya başka bir şey, ne fark eder?

Beni ben yapan şey geçmişim mi? Yoksa gerçekten şu anki hissiyat durumum mu?
Bu sorunun gerçek cevabını almak bana nasıl bir katkı sağlar? Ya şu anki halet-i ruhiyem geçen hafta içinde yediğim içtiğim şeyler üzerine temellenmişse? Ya öyle değilse ve geçmişte yaşadığım tüm olumlu olumsuz anılar beni ben yapan şeyse? Beni ben yapan şeyin ne olduğunun ne farkı var ki bu noktada? Ben benim, bunun sebebinin ne olduğunun ne önemi var. Önemi olan şey bundan sonra ne olacağım, nasıl değişeceğim, neleri hatırlayıp, neleri unutmayı tercih edeceğim. İllaki bazı şeyleri unutmak işime gelecek, ruhsal sağlığımı korumak için olsun, sadece unutmak istediğim için olsun. Bu hatırlamadığım ya da unutmayı tercih ettiğim şeyler de benim bir parçam olarak kalacak, benliğimin olumlu ya da olumsuz gelişmesine katkıları olacak. Şu andan sonra sorabileceğim tek soru: Ben şu an kim olduğumu bile bilmiyorken ileride ne olacağımı nasıl bilebilirim?


*Bu yazı geçen hafta posta kutuma geldi. Ben sadece sahibinin iznini alarak blogumda yanınladım. 

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

4 Mayıs 2020

Akis #Bahar


Tüm yıl özlemle beklenen bahar ayını kapalı kapılar ardında geçirmek pek keyifsiz. Bu keyifsizlik yüzünden yazılan yazılar kısa ve yüzeysel. Herkes depresyon hırkasını giymemek için büyük bir çaba sarfediyor. Böyle geçip giderken zaman, Nisan ayının bloga yansıma için ben yine kolları sıvadım. Bu ay heybemde ortaya dökülecek pek bir şey yok. Çoğu zaman yapılanlar keyif vermiyor. Bazen hangi günde olduğumuzu anımsamak için takvim yapraklarına ihtiyaç duyuyorum.

Neler Dinledim? 


Bu ay ne dinledim köşesi yetim kaldı. Evden çalışmaya başladığımdan beri müzik dinlemediğimi fark ettim. İş yerinde ortamdan soyutlamak için tüm gün kulaklık kulağımda çalışıyordum. Şimdilerde kendimi bir yerden soyutlamak zorunda değilim. İşte, home office çalışmanın bir güzel yönü daha. Ara sıra müzik dinlesem de bu ay devamlı dinlediğim bir parça yok.

Neler İzledim?

Bölük pörçük izlemeler yaptım bu ay. Sanırım en fazla Mesut Süre'nin videoları izledim. Rabarba Talk ve İlişki Testinin izlemediğim bölümü kalmadı. 

Ahlat Ağacı'nı izledim sonunda. İki gün süren serüveni başarı ile tamamladım. 

Unorthodox adlı dizi de bayağı konuşuluyordu. Yine ilgiyle izlediğim bir yapıt oldu. Farklı bir dinin ritüellerini görmek enteresandı. Bazı yerlerini izlerken gerçekten bu böyle mi oluyor demekten kendimi alamadım. 

La Casa de Papel takipçisi olduğumdan yeni gelen sezonu da bir solukta izledim. Lakin ilk sezonun verdiği keyfi sonraki sezonları vermiyor. Bakalım bir sonraki sezon da neler olacak? 

İşe Yarar Bir Şey, tam bir sanat filmi. Yavaş akıyor ama akıyor. Filmi izlerken o trende siz de varmışsınız gibi. Sanki tam olarak yan koltukta oturuyormuşsunuz hissini yaşatıyor. 

Neler Okudum? 


Bu ay okuma eyleminden keyif alamadım. Sanırım bu yüzden fazla kitap bitiremedim. Yeri gelmişken, eski yazılarıma gelen bir yorum üzerine bir hatırlatma yazmak istiyorum. Ben bunları not niteliğinde yazıyorum. Neden kitap hakkında bir şeyler yazmıyorsun diye eleştirenlere yanıt niteliğinde olsun. Buradaki amaç kitap içeriklerini size anlatmak deği. Sadece bir iki kelime ile okuduğum kitapları özet geçmek.


1- Mutlu Olma Sanatı - Bertrand Russell

Bazen bir yerde kitaba dair bir alıntı okuyorum ve olanlar oluyor. Kendimi bir anda kitabı okurken buluyorum. Bu kitap da onlardan biri. Enerjimizin düşük olduğu bu günlerde okunabilecek bir kitap. 

2- Ay'a Yolculuk - Jules Verne

Bu kitap pek bir övülüyor. Geçen sene başlayıp, daha başındayken yarım bırakmıştım. Sonra bir şans vermek istedim kendime. Ve bu ay kitabı yeniden elime aldım. Bu sefer kitabı bitirdim bitirmesine lakin o çok övenler tayfasına dahil olamadım. Olmadı.

3- Babalar ve Oğlullar - Ivan Sergeveviç Trgenyev

Blog Sözlük okuma grubu için seçtik bu kitabı. Ben de bu vesile ile okumuş oldum. Rus yazarları okumayı seviyorum. Ay'a Yolculuk kitabından sonra ilaç gibi geldi. 

4- Bir Sarı Çiçek - Julio Cortazar

İşe Yarar Bir Şey adlı filmi izlerken duydum ismini. Hemen not aldım. Ve bu sayede Cortazar ile tanıştım. Kısa hikayelerini ben beğendim. İlerleyen zamanlarda daha fazla Cortazar kitabı okuyabilirim.

5- Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali

Sabahattin Ali'nin sevilen kitaplarından biri Kuyucaklı Yusuf. Türk filmi tadında. Baştan sona Yeşilçam kokuyor.  Eski ama içten, abartılı ama gerçek. 

Bende özetle durumlar bu. Evde kal diyorlar kalıyoruz lakin Bahar geldi de geçiyor. Bunu ne yapacağız hiç bilmiyorum.
 
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.