Polonya'da işe başladığımda yurt dışında çalışma hayatına dair bir yazı yazma fikri vardı aklımda. Yazıyı yazabilmek için biraz zaman geçmesini bekleyeyim dedim. Biraz fazla beklemiş olabilirim. 10 Aralık 2019 tarihinde Polonya'da çalışma hayatımın başlangıcının birinci yıl dönümünü kutladım. Bir yıllık zaman zarfında işimi de değiştirdim. Önceki firmam dünyaca ünlü tanınmış bir firmaydı. Şimdiki firmam ise dünyaca ünlü olmasa bile kendi alanında güzel işler yapan bir firma.
Yazıyı okumadan önce kısa bir hatırlatma yapmakta fayda var. Bu yazıyı kaleme alan kişi yani bendenizin Türkiye'de de köklü bir çalışma geçmişi var. Buna devlet dairesi, özel sektör ve Banka dahil. Hal böyle olunca da daha derinlemesine bir kıyas içine girdim. Şimdi dilimin döndüğünce yurt dışındaki çalışma hayatına dair izleminlerimi aktarmaya geldi sıra.
1- Çalışma Saatleri
Yurt dışında çalışma saatleri Türkiye'deki gibi esnetilebilir değil. İş veren sizden 8 saat çalışmanızı bekliyor. Onun dışında kaldığınız her dakikayı fazla mesai olarak beyan etmek zorundasınız. 14 sene boyunca Türkiye'de çalıştığım hiçbir iş yerimde fazla mesai parası almadım. Türkiye'de fazla mesainin adı işini sevmek ve dört kolla sarılmak. Eğer 8 saat çalışıyorsan sen özverili bir eleman değilsin gözüyle bakılıyor.
2- Sosyal Hayat
Günde 8 saatten fazla çalışılmadığı için sosyalleşmeye vakit kalıyor. Mesai bittikten sonra ister sporuna gidiyorsun ister arkadaşlarınla buluşuyorsun. Tam biriyle buluşmak için sözleşmişken, müdürlerden biri gelip; "arkadaşlar bu akşam bir saat fazla çalışmalıyız" demiyor.
3- İşe Giriş Çıkış Saatleri
Bunun esnek olması çok güzel. Sabahın sekizinde ofiste ol demiyor kimse. İstersen saat 10'da işe gidebiliyorsun. Anahtar kelime günde 8 saatini doldurmak. Bunu ilk başlarda biraz yadırgadığımı söyleyebilirim. Yeni yeni alışmaya başladım. Bazen ofise dokuzda gittiğime birçok kişi iş başı yapmış oluyor. O zaman kendimi geç kalmışım gibi hissediyordum. Bazen de erken gittiğim için erken çıkıyorken yanlış bir şey yapıyormuş hissine kapılıyordum. Yavaş yavaş bu düzene alışsam bile arada bir halen garip geldiğini itiraf etmeliyim.
4- Çalışan ve Müdür İlişkisi
Bey, bayan kavramını yıkan bir ilişki var burada. Takım liderinize, yöneticinize, müdürünüze, herkese ismiyle hitap ediyorsunuz. Kimse de size hop bu ne saygısızlık demiyor. Böyle olunca da daha samimi bir ortam oluşuyor. Ayrıca aksaklıkları burada daha rahat dile getirebiliyorsunuz. İlk iş yerimde günlük ve haftalık toplantılarımız vardı. Orada takım lideri modumuz belirleyecek renkli toplar getiriyordu. Herkes o gün kendini nasıl hissediyorsa onları o topu seciyordu. kavanozdaki renklerin çokluğu o gün takımın modunu yansıtıyordu. Topların çoğunluğu yeşil ise iyi, kırmızı ise durum vahim demekti.
5- İş yerindeki Sosyal Ortam
Bu konuda bir tık dertliyim. Türkiye'deki çalışma ortamı sıcaklığını tam anlamıyla yakalayamadığımı söyleyebilirim. Aslında çok normal. Arada bir dil engeli var. Karşınızdaki kişi ile ana dili dışında başka bir dilde iletişim kurmaya çalışınca pek tat vermiyor. En azından bana vermiyor. Ayrıca Polonya halkı da pek öyle sosyalleşmeye can atmıyor. Bu durum ara ara canımı sıksa bile artık ben de alıştım. Sanırım biz iş yerinden çok fazla şey bekliyoruz. Burada durum biraz daha farklı. Onlar sadece işlerini yapıp gitmeye programlanmış gibiler. Daha bir kere hafta sonu ne yaptın diye soran biriyle karşılaşmadım. Çünkü iş dışında ne yaptığınla pek alakadar olmuyorlar.
6- Yıllık İzin
Her çalışanın hayalidir yıllık izin. Burada bol keseden dağıtıyorlar. Türkiye'de en fazla 17 gün (iş günü de değil) izin hakkı kazandığımı hatırlıyorum. Burada ise bir sene için 26 iş günü (cumartesi, pazar dahil değil) izin hakkım var. Bundan iyisi şamda kayısı. Ayrıca resmi tatil hafta sonuna denk geliyorsa şirket hafta içi bir gün onu izin olarak veriyor. İzin konusunda pek bir cömertler.
7- Öğle Yemeği ve Yol Parası
Öğle yemeği ve yol parası kavramı yok. Olmamasının da bir eksisini görmedim zaten. Çünkü maaşlar burada daha iyi. Ayrıca burada öğle yemeğini herkes evinden getiriyor. Şirketlerin kocaman mutfakları var. İçinde tabak, bardak, çatal, kaşık, mikrodalga, kahve makinesi, buzdolabı ve bulaşık makinesi var. Böylelikle istediğiniz şekilde beslenebiliyorsunuz. Bu uygulamayı anlattığımda bazı arkadaşlarım ne saçma demişti. Türkler arasında beğenmeyenler de var. Ben bunu seven ve savunanlardanım. Çünkü dışarıda her gün ne yiyeceğiz derdinden çok çekmiştim zamanında.
Benim şimdiki şirketim yol parası vermiyor ama işe bisiklet ile gider gelirsen para veriyor. Ay sonu en çok bisiklet kullanan kişilere hediyeler veriyor. Bunlar güzel şeyler.
Bir yıldan sonra benim aklıma gelenler ve gözlemlediklerim bu şekilde. İlerleyen zamanlarda tecrübelerim biriktikçe belki bu konu hakkında yeni yazılar yazarım. Eğer aklınıza takılan ve sormak istediğiniz ve cevabı burada olmayan bir soru varsa yorum kısmına yazabilirsiniz. Ben böyle açıktan sormak istemiyorum derseniz, blogda yer alan iletişim kısmından bana ulaşabilirsiniz.