Yakın geçmişte karar verdiğim ve bir gün o bitiş çizgisinden geçeceğim dediğim yarı maraton maceramı anlatmaya ayağımın tozuyla geldim demek isterdim lakin üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Ayağımda toz kalmadı kalmasına da içimdeki başarabilme duygusu halen baki.
Yazıyı geç yazmamım müsebbibi Tensor Fascia Latea, kısaca TFL dedikleri kas. Koşu gününe kadar kendisinden haberdar olmadığım bu kas meğer nelere nelere yardımcıymış. Hani okulda yarmazlık yapınca tahtaya geçip tek ayak üstünde durdururlar ya, ha işte tek ayak üstünde durmamızı da bu kas sağlıyormuş. Bunu o zamanlar bilseydik, hocam TFL kasım ağrıyor, duramam ah duramam derdik.
Beni evde üç gün boyunca penguen gibi dolaştıran, bizim beyin Sürahi nene gibi dolaşıyorsun ortalıkta söylemlerine neden olan bu kas hakkındaki kısa bilgiden sonra koşu maceramı anlatmaya geçebilirim.
Pazar sabahı koşu günüydü. Hayatımda ilk defa 21 km koşacaktım. Koşu parkuru aklıma düştükçe uykum kaçtı ve heyecandan güzel bir uyku çekemedim. Heyacanım öyle çok arttı ki sabah hafif bir kahvaltı bile yapamadım. Bir muzu mideye indirip koşu alanına gittim. Süre hedefim olmadan koştum. Tek önceliğim finish çizgisini görebilmekti. 2 saat 23 dakika sürdü bu maceram.
Koşu öncesi insanların fiziksel ve ruhsal olarak kendileriyle bir savaşa girdiğini okumuştum. Koşarken acaba ben de öyle hissedecek miyim diye düşünmeden edemedim. Açıkcası yarıda bırakmamak için biraz temkinli koştum. Bitirince aslına daha hızlı koşabileceğimi anladım. Deneyimlemek bu açıdan önemli.
5. kilometrede her şey harika gidiyordu. Heyecandan biraz kendimi sıkmış olmalıyım ki sol omuzum da bir ağrı hissettim. Sonrasında müziğin sesini biraz daha arttırım ve koşmaya devam ettim. Kendimi rahat bırakınca ağrı filan kalmadı.
10. kilometrede beklediğimden iyi durumdaydım. Herhangi bir ağrım yoktu. Kendimi mutlu hissediyordum. Yol kenarında çak bir beşlik için bekleyen çocuklara bir beşlik vererek yoluma devam ettim. Bu arada insanların motive edici tezahüratlarını ve alkışlarını duymak da harikaydı.
15. kilometreye geldiğimde, oluyor ya, çok az kaldı, bitirebilirsin dedim. En uzun 12 km koşmuş ben için 15 km yeni bir rekordu ve yine beklediğimden iyi durumdaydım. Nefesim kesilmedi. Daha önceki sakatlığımdan yadigar kalan bilek ağrım hiç yoktu. Bu konuda biraz endişeliydim ama koşu sonrası bile ağrım olmadı. Su içme noktalarında su içtiğim için sussuzlukla da savaşmadım.
Her şey 16. kilometrede başladı. TFL varya TFL sağlı sollu bir ben buradayım demeye başladı. Ne oluyor dedim. Daha önce ağrımayan bu kas da neyin nesiymiş diye düşünürken, yoksa bu macera buraya kadar mı diye bir an düşündüm. Kendimi ruhsal olarak çok iyi hissederken yaşadığım ağrı moralimi biraz düşürdü. İşte tam bu noktada iyi ki koşu öncesi yoga pratiğine başladım dedim. Yoga pratiği yaptığım zamanlarda Çetin Çetintaş'ın söyledikleri geldi aklıma. Özetle; "Unutma, hayatta bazı şeyleri değiştiremeyiz, değiştiremediğimiz durumları kabullenmek gerek." diyordu. Ağrıdan iyice yavaşlamışken, bu acıyı kabullenmeyi ve yoluma devam etmeyi seçtim. Son 5 km boyunca ağrımı kabullendim ve bitiş çizgisine odaklandım. Ve mutlu sona ulaştım. O kadar mutluydum ki, bunu fotoğraflardan da anlayabilirsiniz.
Koşulan 21 km, yakılan 1320 kalori ve atılan 30 bin adım ile yapılacaklar listemde yer alan yarı maraton koş, yazısının yanına bir tik atmış oldum. Darısı diğer tiklerin başına.
O zaman ne diyoruz. Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Hayallerinize ve hedeflerinize ulaşmak için asla geç değildir. Bunu da bir kenara not edin.
Sevgiler.
✄----------------------------------------------------------------------