31 Aralık 2012

30 Aralık 2012

Yasemin Usulü Bolonez Sos

Hafta sonu Paris'ten özenle taşıdığım makarnaya güzel bir sos yapıp yeme vakti geldiğine karar verdik. Sos için kolları sıvadım. Kırmızı şarap ile harika ötesi bir akşam yemeği oldu.

Bolonez sos için malzemeler:

400 gram yağsız kıyma
1 adet soğan
1 diş sarımsak
1 adet yeşil biber
1 adet kırmızı biber
2 adet domates
1 tatlı kaşığı domates ve biber salçası
Tuz
Acı biber
Kekik
Nane
Çok az kimyon
Eğer kullanıyorsanız İtalyan otları karışımı

Yapılışı:


Kıymaya çok az su ekleyip tencerenin ağzını kapatıyoruz.
Bu sırada soğanı, sarımsağı ince ince doğruyoruz.
Kıyma suyunu çekince içine soğan sarımsağı ekleyip kavuruyoruz.
Salçayı da ekleyip bir iki kez çeviriyoruz.
Daha sonra ince ince doğradığımız biberleri ekleyip kavurmaya devam ediyoruz.
En son baharatlarımızı ekleyip 5 dakika daha pişiriyoruz.
Sonuç resimdeki gibi oluyor.
Afiyet olsun.





Paylaş:

Keçeden Kitap Ayraçı Yapımı

En sonunda uzun zamandır yapmak istediğim kitap ayraçlarını yaptım. Çok tatlı oldular. Baykuşlu olanları annem ve kız kardeşime hediye ettim. Şirin kızları da iş yerinden arkadaşlarıma. Keçe kullanarak yapacağım yeni projelerim de yolda.

Bu ayraçları yaptıktan iki sene sonra arkadaşımın bebeği için hazırladığım keçe magnetleri görmek isterseniz linki buraya bırakıyorum.
Hoş geldin bebek magneti








Paylaş:

22 Aralık 2012

Artık dikiş dikme vaktidir.

Uzun seneler ara verdiğim dikiş makinemle ilişkime yeniden başlama kararı aldım. Buna vesile, blog yazmak için incelediğim siteler. İnsanların üretkenliklerini gördükçe,kendime yaptığım haksızlığı kavradım. İlk olarak işe kumaş almakla başladım. Yine blogger arkadaşların sayesinde Ümraniye kumaşcılar çarşısını keşfettim. Geçen hafta iki adet elbiselik kumaş aldım. Şimdi hedefim en kısa sürede dikmek.
Paylaş:

Çirkin - İstanbul Devlet Tiyatrosu Oyununu İzlenimlerim


Daha önce Çirkin adlı bu tiyatro oyununa gitmek istediğimi yazmıştım. Bugün Beykoz sahnesinde izleme imkanı bulabildim. Oyun her anlamda güzeldi. Sade bir dekorla, sahne geçişlerini çok güzel yapabilmişler. "Önce burundan başlamalıyız. Yüze en uzak yer burundur çünkü. "

Tiyatroonline sayfasında oyun özeti çok güzel anlatılmış.

“Çirkin” modern dünyada dış görünüşün önemi ve bununla birlikte gelen yüzeyselliğe dokunuyor. Modern dünyanın görselliğe verdiği önemin her şeyin temeli olması sonucu, üretkenliğin bir öneminin kalmadığı, başarının fiziksel beğeni ile doğru orantılı olduğu bir dünya ile karşı karşıyayız. Ürettiklerinin pazarlanması patronu tarafından yasaklanan, karısının bile beğenmediği “çirkin” Lette’nin, bu duruma estetik ameliyatla son vermesiyle başlıyor her şey.  Sonuç inanılmaz. Karısı bile yüzüne bakmazken, şimdi herkesin ilgi odağı olmuştur. Artık üretmesine bile gerek kalmamıştır. Bundan sonra “prezentabl” olduğu için artık sunmaya ve pazarlamaya yönlendirilmiştir. Buraya kadar iyi görünür her şey. Fakat tıpkı her baktığımız yüzde kaydırak burunlar veya aynı anlamsız ifadeler gördüğümüz gibi, onun yüzü de bir süre sonra artık her yerde olmaya başlar. Herkes ona dönüşür, ya da onun dönüştüğü yüze. Bireyselliğin, tek ve biricik olan bireysel özelliklerin, yaratıcılık ve üretkenliğin bir hiç olduğu, herkesin tek bir güzellik normuna uyup ideali estetikle yakalamaya çalıştığı yüzeysel bir dünya resmediliyor. Bu da ironik bir dille ve akıcı bir ifadeyle anlatılıyor. Tanıdık gelmiştir elbette bu dünya. Hepimizin kanıksadığı, görüntümüzle gereğinden fazla haşır neşirken, o görüntünün içini ne kadar doldurduğumuzu hiç de önemsemediğimiz bir dünya. Herkesin aynada güzel bir yüz görmek için, bireyselliğini ve üretkenliğini feda ettiği bir yer.
Paylaş:

15 Aralık 2012

13 Aralık 2012

Yılbaşı Hediyeleri

Yılbaşına az kaldı. Tabi herkesi bir hediye telaşı sarmış durumda. Benim bu sene vereceğim hediyelerim belli. Arkadaşlarıma okuduğum kitaplardan beni çok etkileyenleri ve sıkılmadan okuyabileceklerini düşündüklerimi  aldım. Kitap yurdundan sipariş verdim 3 günde elime ulaştı. Hem de beğendiğim  magnetli mini kitap ayraçlarından da aldım. Çok şirinler. Hediyeleri verebilmek için bir an önce son haftaya girsek diye bekliyorum.
İşte hediye olarak aldığım kitaplar


 A'mak-ı Hayal - Türkçe öğretmeni olan Aslının;
Sokrates'in Savunması - Felsefe ile ilgilenen Eren beyin;
Genç Werther'in Acıları - Yusuf'un;
Bir İdam Mahkumunun Son Günü - Kerem'in;
Dönüşüm - Derya'nın ;
Palto- Dilek'in hediyesi olmayı bekliyor.

Paylaş:

Brüksel Gezi Notları- Bölüm 2

Brüksel için ayırdığımız 2 günümüz vardı. Bence yeter de artar bile. Şans eseri orada olduğumuz süre içinde Çiçek Halı Festivaline denk geldik. İki yılda bir düzenleniyormuş. Yaklaşık 1 milyona yakın begonya çiçeği kullanılarak hazırlanmış. Her seferinde farklı bir tema ile görücüye çıkan halı, bu sene Afrika teması üzerine hazırlanmış. Grand Place'a giriş ücretsiz. Ancak daha güzel bir görüntü için belediye binasının tepesine çıkılıyor. Tabii her şeyin bir bedeli var. Halıya balkondan bakmanın bedeli ise 5 Euro. Akşamları isemeydanda özel ışık ve ses şovları yapılıyor. Biz bu şovları izlemediğimizden yorum yapamayacağım.


 Halıyla hatıra resimlerimizi çekerek tatlı yemek için şehrin dar sokaklarına dalıyoruz.
Araştırmalarıma dayanarak ünlü waffle tadına bakmaya karar veriyoruz. Waffle çok ucuz. 2 Euro ödeyerek çikolata ve çilekli alabiliyorsunuz.





İşte resimdeki de sıra sıra dizilmiş waffle dükkanlarından bir tanesi. 

Brüksel'de beni büyüleyen tek şey çikolata dükkanları oldu. Tüm gün boyunca o dükkan senin bu dükkan benim gezip el yapımı çikolataları tadabilme imkanı var. Tam benlik.








Paylaş:

Brüksel Gezi Notları- Bölüm 1


Gezimizdeki ikinci durağımız Belçika'nın başkenti olan Brüksel . Birkaç yüzyıl önce bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkan şehir. Bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelen Brüksel adı almış. Şehir Paris sonrası bize son derece sıkışık geldi.Otele yerleştikten sonra, merakla İşeyen çocuk Heykelini (Menneken Pis) görmeye gittik. Gördüğümüz şey daracık bir sokakta 61 cm yüksekliğinde bronz bir çocuk heykelinden ibaretti.

Heykelin tarihcesine gelecek olursak ;1619 yılında yapılan heykel Rue de l’Étuve/Stoofstraat ve Rue du Chêne/Eikstraat Caddelerinin kesişiminde yer alıyor. İşeyen Çocuk Heykeli’nin enterasan özelliklerinden birisi ise heykelin şu ana kadar tam 5 kez çalınmış olmasıymış. Şu an bulunan heykel ise 1965 yılında yapılanın heykelin bir kopyasıymış. Orjinal İşeyen Çocuk Heykeli ise Grand Place’da Maison du Roi/Broodhuis’da saklanmaktaymış.
Heykel hakında bir çok efsane mevcut. En popiler olanları “savaşta patlamak üzere olan bir bombanın üzerine işeyerek söndüren çocuk” ve “küçük bir çocuk ,heykelin bulunduğu sokakta oturan bir cadının evinin kapısına işemiştir. Buna çok sinirlenen cadı, çocuğu taşa çevirmiştir. olanları. Bir de işeyen çocuğun kendisinin anlattığı öykü mevcut : “1619 yılıydı, 5 yaşındaydım ve Brükselde kaybolmuştum. 2 gün süren yoğun aramadan sonra soylu babam beni işerken buldu. Beni bulmuş olmanın verdiği sevincin bir göstergesi olarak beni aynı durumda tanımlayan bir çeşme yaptırdı.
Heykelin bu kadar popüler olmasından ötürü Brüksel’de bulunan tüm hediyelik eşya dükkanlarında İşeyen Çocuk Heykeli ile ilgili birçok hediyelik eşya ve çikolata mevcut.
Her ne kadar ilk kez İşeyen Çocuk Heykeli ‘ni görenler büyük hayal kırıklığı yaşasa da heykel tüm dünya üzerinde çok fazla bilinen bir yer. Sonuç olarak Brüksel’e kadar gidip de İşeyen Çocuk Heykeli’ni görmeden dönmek olmaz.
Paylaş:

27 Kasım 2012

Çirkin - İstanbul Devlet Tiyatrosu Oyunu



Bu sezon gitmeyi planladığım bir oyun. Marius von Mayenburg 'a ait bir perdelik bir oyun. Çirkinlik ve güzellik kavramlarını yüzleştiren, estetik çılgınlığının peşinden koşan; kuralları alt üst eden bir kara komedi. Tolga Evren'in performansını çok merak ediyorum. Kendisini geçen sezon At adlı oyununda oynadığı imparator Caligula ile tanıdım. Harika bir oyuncu. Zevkle izleyeceğim bir oyun beni bekliyor.

Paylaş:

25 Kasım 2012

Sidikli Kasabası Müzikali



İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan ünlü bir Broadway Müzikali.
Bu sezon tiyatro için açılışı bu oyunla yaptık. Oyunda  Sosyalist ve Kapitalist düzene göndermelere yapılmış. Konusu itibariylede hayli ilginç.
Hikaye dünyanın ısınıp suların azalmasıyla birlikte ortaya çıkan su sıkıntısı yüzünden, tuvalete gitmeyi sınırlayan özel bir şirketin denetimine verildiği bir yerde geçer. Tuvalet parasını ödeyemeyenlerin gizemli Sidikli Kasabası’na gönderildiği, bir gidenin bir daha geri gelmediği, kimsenin birbirinin gözünün yaşına bakmadığı, tüm genel tuvaletlerin özelleştirildiği bu yere düşen bir aşk ateşi, aynı zamanda süre giden sisteme karşı çıkışın da kıvılcımı olur.

Oyun 2 perde şeklinde 3 saat sürüyor. Doruk Şentürk ve Nebi Birgi'nin performansları harikaydı. Bu sezon izlemeyi istediğim birkaç oyun daha var. Umarım yer bulup gidebilirim.
Gidin, izleyin ve ne kadar büyük bir emek olduğunu kendi gözlerinizle görün derim.
Tiyatroyu çok seviyorum...

Paylaş:

12 Kasım 2012

San Francisco Twins (Marian ve Vivian kardeşler)

Geçen sene Amerika gezimizin son durağı olan San Francisco'da büyük bir şans eseri San Francisco ikizleri ile karşılaştık. İkizleri gördüğümüzde ünlü olduklarını bilmiyorduk. İlk başta gizlice resimlerini çektik. Sonra bir baktık gelen gidenle gayet rahat resim çektiriyorlar. Hemen gidip rica ettik. Çok şeker bir şekilde oowww  dediler ve bizden güzel poz verdiler. İşte resimlerimiz.






Paylaş:

The Black Keys


Dan Auerbnch ve Patrick Carney ikilisinden oluşan Ohio’lu Amerikan Blues-rock grubu.
Bir davul ve gitarla harika müzikler yaratabiliyorlar. 11 yıla dolu dolu 7 albüm ile imzalarını atmışlar.Onur bir gün "Bak senin gibi dans eden birinin videosunu izleteceğim" dedi. O akşam Lonely Boy ile tanıştım. Albümün benim üzerimde farklı mekanlarda yarattığı etkileri var. Eğer Lonely Boy ‘u evde dinliyorsam klipte yer alan zenci gibi kendimi müziğin ritmine bırakmadan edemiyorum. İş yerinde Litte Black Submarines dinlerken arabaya atlayıp uzun bir yolculuğa çıkma hissiyatına kapılıyorum. Kısacası albüm benim ruhuma çok iyi geliyor. İyi ve keyifli müzik yapıyorlar.

Albümleri:
The Big Come Up-2002
Thickfreakness -2003
Rubber Factory-2004
Chulahoma- 2005
Magic Potion -2006
Attack & Release- 2008
Tighten Up ve Howlin’ for You”single’ları ile piyasaya sürülen Brothers -2010
El Camino -2012
Paylaş:

11 Kasım 2012

Çikolata İle Evde Film Keyfi



Johnny Depp ve Juliette Binoche baş rollerini paylaştığı, izlerken sıkılmadığım, 2000 yapımı film.

Ufak bir Fransız köyündeki gündelik yaşam; köye yeni taşınan gizemli bir genç kadın ve kızı sayesinde bir anda değişiverir. Oldukça kasvetli ve monoton günler geçiren kasaba halkı, anne-kızın birlikte açtıkları son derece sevimli çikolata dükkanı sayesinde farkında olmadıkları bambaşka bir hayatla tanışırlar. Zevkin, eğlencenin, neşenin, umudun ve en önemlisi çikolatanın olduğu bir hayattır bu. Lakin kasabadaki bu değişimden memnun olmayan insanlar da vardır. Bunların başında, ahlak bekçiliği yaparak kasabada dilediği gibi bir ortam yaratan belediye başkanı gelmektedir. Ama birbirinden lezzetli çikolataların karşısında durmak, o kadar da kolay değildir.

Paylaş:

31 Ekim 2012

Paris Gezi Notları-Bölüm 3



 Montamarte: Paris manzarasının izlenebileceği en güzel yerlerden biri.


Uzun bir aradan sonra Paris gezimle ilgili kaldığım yerden devam ediyorum.Bir sonraki durağımızın Ressamlar Tepesi ve Galeries Lafayette olduğunu yazmıştım. Petit dejeuner (kahvaltından) sonra Montamarte çıkmak için hazırlandık. İlk durağımız Sacre-Coeur Bazalikasıydı. Çok kısa olmayan bir kuyruk sonucu içini gezme olanağı bulduk. Asma kata asılmış org çok etkileyiciydi. Bazalikadan çıkınca resamlar bulunduğu meydana doğru yürümeye başladık. Meydanda bir çok ressam, gelen turistlerin resimlerini yapıyordu. Hem biraz soluklanmak hemde ressamları izlemek için oturduk. Hayatımda ilk kez narlı bira ile tanıştım. Bildiğin nar şurubunu biraya eklemişlerdi.








Biraz dinlendikten sonra yol boyunca uzanan şirin hediyelik dükkanlarına uğradık. Ben kendime bir çanta ve şemsiye aldım. (Şemsiyeye dayanamıyorum. Her gittiğim yerden aldığım şemsiyelerim mevcut)
Gelelim Lafayette'ye gerçekten görülmesi gereken bir alışveriş merkezi. Avm dediysem sakın aklınıza Türkiye'de yer alan şekli ile gelmesin. Bambaşka bir havası var. Dünyaca ünlü markaların yer aldığı, insanın gezerken içinin gittiği, fiyatlarını 2 ile çarpınca hiç bir şey almaya cesaret edemediği bir mekan. 

Bu akşamlık bu kadar. Aslında daha çok yer var yazılacak. Brüksel ve Amsterdam maceralarımız var.Olmayan tek şey zaman. Vakit buldukça yazmaya devam edeceğim. 





Paylaş:

Jack White kimdir?


Asıl adı John Anthony Gillis olan Amerikalı garaj rock sanatcısıdır. Çok karmaşık bir gençlik dönemi geçirmesine rağmen tercihini müzikten yana kullanmıştır. Nasıl mı? Katolik bir ailede yetiştiği için bir dönem din adamı olmaya karar vermiş. Bu fikrinden son anda vazgeçmiştir. 15 yaşında bir mobilyacının yanında çıraklık yapmaya başlayıp, 18 yaşında kendi atölyesini kurmuştur. Çok uzun soluklu olmayan bu işten sonra yerel bir grupta bateristlik yapmaya başlamıştır. Grubuyla vermiş olduğu mini konserler şu an ki yerine gelebilmesi için attığı ilk adımlardır. Artık süper müziklere imza atan, birçok kez Grammy ödülü kazanan bir müzisyendir kendisi.
Aslında ben Jack White ile The White Stripes grubu sayesinde tanıştım. Müzikleri gitar ve bateriden ibaret. Grubu dağıldıktan sonra solo albümü olan Blunderbuss’ta harikalar yaratmış. Görünüşü Tim Burton filmlerinden çıkmış gibi.

Şu aralar sıkılmadan dinlediğim müzisyen ünvanında kendisi.
Paylaş:

28 Ekim 2012

Zeytinyağlı Kuru Patlıcan Dolması

Evde oturunca aklım hep mutfakta. Ne pişirsem diye düşünürken, uzun zamandır yapmadığım patlıcan dolması geldi aklıma. Hem çok kolay hemde lezzetli.
Tarifini vereyim de tam olsun.


Dolma için malzemeler:

1 çay bardağı zeytinyağı
1 su bardağı pirinç
1 tane soğan
1-2 diş sarımsak
1 kaşık domates salçası
1 kaşık biber salçası
Tuz, 2 çay kaşığı şeker
Kimyon, karabiber, kırmızıbiber, nane, maydonoz
Nar ekşisi

Yapılışı:

Soğan ve sarımsakları küp küp doğrayıp, yağda soteliyoruz.
Salçaları ilave edip kavurmaya devam ediyoruz.
Yıkanmış pirinçleri atıp 2 dakika kavuruyoruz.
1 su bardağı sıcak su, tuz ve şekeri ekleyip suyunu çekmesi için tencerenin ağzını kapatıyoruz. Pirinçler suyu çeksin ki baharatlarını ekleyip altını kapatalım.

Bu arada başka bir tencerede su kaynatıp kuru patlıcanları içine atıyoruz. Kuruların yumuşaması lazım.
Harcımız hazır, patlıcanlarımız da öyle.
Şimdi içlerini doldurup tencereye dizme zamanı.
Bu işlem de bitince dolmaların bir parmak altına gelecek şekilde sıcak su ekleyip kısık ateşte pişirmeye başlıyoruz.
Yaklaşık 15 dakika pişmesi yeterli.
En son üzerine nar ekşisi (eğer yoksa limon olabilir) döküp 5 dakika daha pişirerek altını kapatıyoruz. Sonuç mükemmel bir akşam yemeği.

Afiyet olsun.
Paylaş:

23 Ekim 2012

Gumball


Hafta içi, sabah kahvaltımızda bize eşlik eden çok cici bir çizgi dizi. Sabahın erken vaktinde tv de izlenecek daha iyi bir şey yok. Haberleri izlemeye kalkışınca güne başlamadan tüm moralim bozuluyor. Güne gülerek başlamak için Gumball ve Darwin’nin yaramazlıklarını izlemek yetiyor.



Paylaş:

21 Ekim 2012

Makarna Sosu

Hafta sonu tembelliğinden olsa gerek yemek yapasım gelmedi bugün. Ne yapsam diye düşünürken arkadaşımın vermiş olduğu makarna sosu geldi aklıma. Gerekli sebzeleri aldıktan sonra süper bir sos yapmak için kolları sıvadım.


Makarna sosu için gerekli malzemeler:

Yarım paket makarna
Yarım paket krema
2-3 yaprak ıspanak
1 patlıcan küp küp doğranmış
1 tane yeşil biber
1 tane kırmızı biber
1 domates rendelenmiş.
1-2 diş sarımsak
Maydanoz
Parmesan peyniri

Sonuç harika ötesi bir ziyafet.

Paylaş:

17 Ekim 2012

Zumba

Hafta sonu eğitim sonrası iş gerçekten çok yorucu geliyor. Bu çarşamba akşamımın tek eğlencesi olan Zumbaya gitmemek için bir bahane değildi tabi. My club bu sene eğitmen olarak Julia Bör  ile anlaşmış. Çok da iyi yapmış. Enerjisi çok yüksek.Dersler harika geçiyor. Bir derste ortalama 600-700 kalori yakıyormuşuz. Bunu duyunca insanın hiç durmadan dans edesi geliyor. Ne iyi yapmışım da Zumbayla tanışmışım. Şimdi hafta sonları gitmek için kurs arayışı içindeyim.
Paylaş:

13 Ekim 2012

Hafta sonu yorgunluğu

Bu gün sonbaharın en güzel havalarından birinde erken uyanmak zorunda kaldım. Yeni Türk Ticaret Kanunu değişikliği ile ilgili bir eğitimimiz vardı. Bitti mi? Tabii ki hayır. Yarın kaldığımız yerden devam. Eğitimi emekli Savcı Emel Tezcan'dan alıyoruz. Bu sefer bizimkilerin eğitmen seçimi harika. Hiç sıkılmadan dinlememizi ve kanunun değişikliklerinin kafamızda yer etmesini sağlıyor. Yarın eğitim tamamlandığında bir kaç bilgi paylaşabilirim bekli. Şimdilik benden bu kadar.
Paylaş:

9 Ekim 2012

Ölülerin Sözcüsü Orson Scott Card


Ender serisinin ikinci kitabı olarak kitaplığımda yerini aldı. İlk kitabın devamı niteliğinde olmamasına rağmen yazar kitaba göndermeler yapmış. Kahramanımız, ilk kitapta yer alan çocukluk dönemini geride bırakan olgun bir ölüler sözcüsü olarak karşımıza. Konu olarak beni çok etkiledi. Ender farklı bir dünyaya bir bilim adamının sözcülüğünü yapmak için çağrılır ve olaylar gelişir.
Serinin 3. kitabı Soykırım için kolları sıvamışken kasım ayında  vizyona girecek olan Cloud Atlas adlı film dikkatimi çekti. Şu an film vizyona girmeden kitabı bitirmenin telaşındayım.

Paylaş:

Paris Gezi Notlarım-Bölüm 2


Eyfel Kulesi :Paris’teki demir kule
Yorucu bir günün ardından Eyfel'e çıkarak günü bitirmeyi planladık. Otelimiz Eyfel'e yürüme mesafesinde olmasının avantajını kullandık. Gezimiz boyunca beklediğimiz en uzun kuyruktu. Değdi mi derseniz evet. Biz Kuleye çıkış için asansörleri kullanıyorlar. Merdivenler denenecek gibi değildi. Sıra beklerken heyecanıma yenik düşüp zirveye çıkmak için bilet almadım. Tam olarak hatırlayamıyorum, kişi başı yaklaşık 14 Euro ödedik 2. kata çıkınca en  üste çıkmadığıma pişman oldum. Bilet alırken kata göre alıyorsunuz. Biz gittiğimizde ilk kat için çalışma vardı. Yakın zamanda ilk katta cam bir taban yapacaklarmış. İlk katta cafeler var. İkinci katta öyle bir manzara var ki anlatılamaz yaşanır. Paris tüm ihtişamıyla karşınızda duruyor. Manzarayı izlerken hava karardı ve Paris geceye gözlerini açtı. Paris'le göz göze gelmenin büyüsüyle gezimizi bitirdik ve aşağı indik.






Eyfel'in bir başka yüzünü görebilemek için Champ de Mars'ta yürüdük. Her gece kulede ışık gösterisi yapılıyormuş. Saat tam 22:00'de kule ışıl ışıl oldu. Herkes alkışlarla kulenin bize göz kırpmasını selamladı.



Binlerce insanın dinlenmek için çimenlerinde oturduğu, Champ de Mars (Mars alanı) ismini antik Roma savaş tanrısı Mars’tan alıyormuş. Parisin tüm büyüsünü içimizde hissederek yorucu ama eğlenceli bir günü bitirerek otelimize döndük. Bir sonraki durağımız Ressamlar Tepesi ve Galeries Lafayette.



Paylaş:

2 Ekim 2012

Paris Gezi Notlarım-Bölüm 1

Louvre Müzesi: 

Paris gezimizin en önemli duraklarından biri. Paris'e adım attığımızda ilk durağımız meşhur Champs-Élysées oldu. Zafer Takı bir ucunda, Louvre Müzesi diğer ucunda yer alıyor. Otelimiz (Kléber Otel) Zafer Takı'na çok yakındı. Bu avantajımızdan yararlanarak müzeye yürüyerek gitmeyi tercih ettik. Champs-Élysées'de yürürken İstanbul’da yer alan Bağdat Caddesi'nin ne kadar dar olduğunu anladım. Uzun bir yürüyüş sonrası (vitrinlerden kendimi alamadığımdan) müzenin önündeki parkta biraz mola verdik. Parkın zemini müzenin girişene kadar kum.





Gitmeden önce araştırma yaptığım sitelerde “çok sıra beklersiniz, erken gidin” gibi uyarılar vardı. Deli gibi olmasa da yaklaşık 30 dakika sıra bekledik. Pramitlerin orda beklediğiniz sıra, içeri girebilmek için güvenlik kontrol sırası. Sıraların ardı arkası kesilmedi. Kişi başı 10 Euro olan biletleri içeri girip merdivenden indikten sonra aldık. Ücretsiz olan müzedeki bölümlerin yer aldığı İngilizce haritamızı da edindik. Artık tabana kuvvet dedik ve Mısır döneminden başladık. Mona Lisa'yı görüp gezimizi sonlandırdık. Müze çok büyük tam anlamıyla gezmeye kalkışsak 2-3 gün gerekirdi. Görmek istediğimiz yerleri belirleyip gezmemiz bize zaman tasarrufu sağladı.
Paris’te ki kısa gezimizde Louvre Müzesi'ni gezdiğimiz için kendimi şanslı hissediyorum. Her bölüm yaşadığı çağın özelliklerine göre dizayn edilmişti. Eyfel kadar görkemli ve görülmeye değer bir yer. Hedefim Paris'e her gidişimde gezemediğim diğer bölümlerini gezmek.

Notre Dame Katedrali: Paris'te gotik bir yapı

Katedral Seine nehri kıyısında. Biz her yere yürüyerek gitmeyi tercih ettiğimizden gördüğümüz caddelerin büyüsüyle hedefimize ulaştık. Katedral nehrin üstündeki bir adacıkta yer alıyor. Yolumuzun üstünde olan dilek köprüsünü gördüğümde çok şaşırdım. Böyle bir köprünün varlığından haberim yoktu. Köprünün korkuluklarında milyonlarca, rengarenk, çeşit çeşit kilitler asılıydı. Üzerinde isimler ,dilekler yazılıydı. Ben böyle bir köprünün varlığından haberdar olsaydım kilidimi alıp giderdim. Pembe bir kalp kilide dokunamla elimde kalması bir oldu.



Notre Dame tam beklediğim gibi görkemli yapısıyla karşımızdaydı. Victot Hugo'yu saygıyla anmadan edemedim. 19. YY başlarında Paris şehir planlamacıları katedralin bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak istemişler. Bu duruma dikkat çekmek isteyen Ünlü Fransız yazar Victor Hugo Notre Dame’ın Kamburu romanını yazmış. Katedralin kurtarılması için kampanya başlatılmasını sağlayarak katedralin yenilenmesinde büyük rol oynamış. İçeriye girebilemek için Louvre Müzesi'nden daha fazla, yaklaşık 1 saat bekledik. İçeriye giriş ücretsiz. Eğer terasa çıkmak isterseniz ayrı bir kuyruk var ve ücretli. Yorucu bir bekleyiş sonunda içeri girebildik. İçerisi gotik tarzda yapılmış ve devasa heykellerle bezenmişti. O kadar kalabalık gruplar halinde içeri girdiğimiz halde sesten eser yoktu. Büyülendim ve etkilendim. Terasına çıkmak için geç kalmıştık. Saat 18'de kapılar kapanıyordu. Biz 17:30 gibi içeriden çıkabilmiştik.


Paylaş:

Ender'in Oyunu Orson Scott Card


Orson Scott Card’ın kaleme aldığı, yakında filmi çekilecek olan serinin ilk kitabı. Bir başlangıç kitabı olmasına rağmen, kitabın sonunda hikaye bitiyor. Bu ciltte Ender isimli çocuğun bir savaşçı olarak yetiştirilmesi anlatılıyor. Karakterin büyümesine ve değişmesine şahitlik ediyoruz. Oldukça sürükleyici bir bilim kurgu romanı olduğunu söyleyebilirim.
Olayların akıcı bir dilde anlatıldığı, ustaca kaleme alınmış ödüllü bir kitap. Serini ikinci kitabını da bitirmek üzereyim.
Paylaş:

16 Mayıs 2012

Hamlet Shakespeare

Shakaspeare

Olmak ya da olmamak! İşte bütün mesele bu!"Acaba zalim feleğin okuna, taşına göğüs germek mi, yoksa bu mihnet deryasına karşı koyarak hepsine son vermek mi daha asil bir hareket olur? Ölmek: uyumak... Hepsi bu kadar.... Ve bir uykuyla bütün kalp ağrılarını, vücudun yakındığı binbir derdi dindirebilmek... İşte varlığımızın özlediği netice!. Ahh, işte güçlük burada! Çünkü ruhumuz bu fani kalıptan sıyrılıp ölüm uykusuna daldığı an, nasıl bir rüya göreceğimizi kim bilir?"

Shakespeare'in sözleri böylesine büyülü bir ambiyans yaratıyor her sayfada. Sonunu bilmek kitabın büyüsü hiç etkilemiyor.
Hamlet'in tüm söylemleri çok güzel. İçlerinden biri olan "kurnaz laf, aptal kulağa girmez" cümlesini yazmadan edemiyorum.
Şimdi sırada uzun zamandır okunmayı bekleyen Yamuk Bakan Öyküler var.
Paylaş:

Don Kişot Bitti


Geçen hafta sonu Don Kişot ile olan maceram sona erdi. O kadar alışmıştım ki onun yaşamında olmasına, okurken onun gezdiği yerleri hayal etmeye bitince içimde tarifi zor bir boşluk oluştu. Hafta sonu kitapçıda gezinirken Shakespeare'in harika eseri olan Hamlet'i gördüm. Aslında evde okumayı bekleyen birkaç kitap varken dayanamayıp aldım. Şimdi Hamlet zamanı.
Paylaş:

21 Mart 2012

Don Quijote Miguel De Cervantes

Miguel De Cervantes

Kalınlığı beni çok korkuttuğu için uzun yıllar okumaya cesaret edemedim. En son dört ay önce kararımı verdim ve Don Quijote ile tanıştım. Ne iyi yapmışım. Bugün 586. sayfayı geride bıraktım. Artık herkesin içinde bir Don Quijote olduğuna inanıyorum. Aramızdaki tek fark, biz bu yaşamın düzenine alışarak isteklerimizi ertelerken, onun isteklerinin peşinden gidişi. Onun özgür ruhuna, korkusuz oluşuna, zekiliğine (bu romanda delilik olarak yansıtılıyor) hayranım. Onunla her buluştuğumda yüzümde bir tebessüm oluşturuyor. Aslında bu blogu daha önce açmayı ve kitabın ilk sayfalarından beri hissettiklerimi paylaşmayı çok isterdim. Kısmet 586. sayfada yazmaya başlamakmış. 512. sayfada "Solgun Yüzlü Şövalye" ünvanından "Aslanlı Şövalye"'ye geçiş yaptık. Bu ünvanı bileğinin hakkıyla kazandığını söylemeye gerek yok. Yaptıklarında her zaman haklı bir tarafı var. Okudukça bütün romanların babası olduğuna inanıyorum.

Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.