29 Ekim 2020

Kahve Bahane #Elma


Haftanın bitmesine bir günden az kaldı. Bazı haftaların nasıl geçtiğini anlamıyorum, havanın güzel oluşunun zamanı hızlandırmaya bir etkisi var sanırım. Sabah kahvesini içtim. Az sonra yazının ortalarına doğru bir kahve daha hazırlarım kendime. Şöyle hafif olanından. Sabahları sert kahve içiyorum. Öğlenden sonraki kahvelerim daha hafif. Şimdilerde favorim nespressonun vanilya aromalı kahvesi. Neden nespresso? Çünkü evi ofise çevirdiğimizde bir kahve makinesi almanın zamanı geldi dedim ve nespressodan bir kahve makinesi aldım. Bu güne kadar da beni hiç pişman etmedi. Her seferinde evi mis gibi kahve kokutması da cabası. 

Bu hafta hava güzel olduğu için - aslında 6,7 derece - sabahları erkenden yürüyüşe çıktım. Saatleri bir saat geri aldık almasına da ben henüz alışamadım. Saat altı olunca uyanıyorum. Bir iki saat sabah işlerini toparlayıp, mesaiye başlamadan önce soluğu parklarda alıyorum. Öyle güzel ki. Geçen gün sincapları takip etmekten ve ağaç altlarında mantar aramaktan yürüyüşümü tamamlayamadım. Sincaplar kaçtığı fotoğrafı yok ama mantarlar öyle mi?


Sonbahar bu şehire çok yakışıyor. Rengarenk yapraklar yavaş yavaş dökülüyor. Sarının her tonu etrafa hakim. Sislerin arasından sabah güneşi doğuyor. Gel de sevme. Bazen yürüyüşümü birkaç fotoğraf karesi için bölüyorum. Böylelikle bloga koyulacak fotoğraflar birer birer artıyor telefonumda. İşte onlardan birkaçını da buraya bırakıyorum.




Sosyal hayatın sekteye uğradığı bu dönemde iki yol vardı önümde. Ya kendimi mutfağa adayıp, bir ay parçası olacaktım ya da sporla kafayı bozacaktım. Ben ikincisi seçtim. Bu aslında bir nevi kendimi oyalama yöntemim. Her gün pasta börek yapmak yerine egzersiz yapıyorum. En son bana ağırlık lazım dedim ve sipariş verdim. Evin bir köşesinde mikro bir spor salonu oluşmaya başlıyor. 

Beden sağlığı önemli tabii ama ilk önce ruh sağlığı. O bozuldu mu toparlaması zor. Yoksa kilo alıp vermek mesele değil. Geçen haftaydı sanırım bir iki gece kaygı bozukluğu nam-ı diğer anksiyete yaşadım. Aman pek bir sevimsizdi. Neyse ki uzun sürmedi. Şimdi saat on otuz dedin mi göz kapalarım ağırlaşıyor, birkaç sayfa kitap okumak niyetiyle yatağıma uzanıyorum ve bir sayfa bile okumadan uykuya dalıyorum. 

Kitap okumalarımı aksatmadım tabii. Gece yatarken değil de genelde sabah ve mesaiden sonra okuyorum. Bu aralar pek keyifli kitaplar okuyorum. Kahve ile ilgili bir kitap var. İçinden notlar çıkardığım. Kitap bitsin öğrendiklerimi ve hoşuma giden kısımlarını derleyip bir yazı yazacağım. 

Kitap yurdundan sipariş ettiğim kitaplar henüz gelmedi. Gelse de şöyle sayfaları çevire çevire kitap okusam yeniden. Şimdi tembellikten kitapları kindle da atmıyorum. Bilgisayardan okuyorum. Bilgisayar göz bozar, evet evet biliyorum lakin günün sekiz saatini bilgisayarda çalışarak geçiren biri için fazladan iki saatin lafı olmaz. 

İki saat dedim de aklıma bu hafta her akşam neredeyse iki saat oyun oynadığım gerçeği geldi. Diablo tarzı bir oyuna başladık. Şimdilik akşamları dizi izlemek yerine bizi oyalıyor. İzlenecek güzel dizi de bulamadık açıkcası. Biz de böyle elma misali, yuvarlanıp gidiyoruz. Bu nasıl bir benzetme demeyin. Polonya elması ile meşhur ve şu sıralar marketlerin sebze meyve reyonları elmalar ile dolup taşıyor. Elma sudan ucuz. Ne zaman o reyona gitsem sürüden ayrılan ve bağımsızlığı ilan edip yerde yuvarlanan bir elmaya denk geliyorum. 

Şimdi kendime bir kahve yapma zamanı. Bu da yazının sonlarına geldiğimin göstergesi. Ben kahvemi yudumlarken, yazı için bir görsel bulma çabasında olacağım. Sonrasında da yazı sizlerle buluşacak. Damakta kalan güzel kahve aromasıyla klasikleşen kapanışı yapma vakti.

Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye kadar şen ve esen kalın. 
Hazır tam da mevsimiyken elma yemeyi ihmal etmeyin. 
Sevgiler.




✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

22 Ekim 2020

Kahve Bahane #Muhteris


Bu kahve bahane yazısı, soğuk bir Krakow gecesinde yazılıyor. Masada, minik bir fenerin içinde, vanilya kokulu bir mum var. Sırf mumu daha kolay yakabilmek için ucu uzun olan çakmaklardan aldım. Evdeki tek işlevi mum yakmak olan bu çakmak, kitaplıkta duruyor. Evin muhtelif yerlerinde böyle tuhaf şeyler var. Mesala koridoru mesken tutmuş iki noel baba var. Birinin görevi kapı kolunun duvara temas etmesini önlemek. Bir diğeri de kitapların üstünde oturmuş durumda. Keyfi yerinde.

Kahve bahane yazmaya başlarken nasıl giriş yapacağım diye düşünüyorum. Ama bir yerinden tutarsam gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Yazı kendi kendine akıyor. Sonra bir bakıyorum asıl yazmak istediklerimi yazmayı atlamışım. Sırf bu yüzden yaptıklarımı not alıyorum artık. Çünkü burası benim günlüğüm gibi. Ara sıra dönüp en eski yazılarımı okuyorum. Bu beni keyiflendiriyor. 

Bir şeyleri keyifli hale getirmek için biraz çaba gerekli. Geçen hafta bilgisayarımdaki bir sorunu gidermeleri için ofis yollarına düştüm. Hava soğuktu ama yağmur çamur yoktu. Toplu taşıma kullanmak yerine bisikletime atladım gittim. Açıkcası işe gitmeyi değil de bisikletimle gittiğim iş yollarını özlediğimi fark ettim. 

Fark ettiğim şeylerden biri de evde Barış Manço gibi gezmeye başladığım. Her geçen gün parmaklarımdaki yüzüklerin sayısında bir artış söz konusu. Takıp takıştırıyorum sürekli. Ara ara böyle oluyor. Ne bulsam takasım geliyor. Sonra bir dönem her şeyi çıkartıyorum. Saatim hariç. Sanırım ben saatle doğmuşum. Kendimi bildim bileli saat takıyorum. Akıllı saat aldığımdan bu yana saatlerim dolapla tik tak yapmaya devam ediyor. Akıllı saatler benim gibi saat sever biri için doğru tercih değil. 

Doğru tercihlerden biri de en üst katta oturmak. Eğer bir üst kat komşunuz varsa, hayatınızdan gürültü eksik olmuyor. Geçen gün artık dayanamayıp yukarı çıktım. Çünkü devamlı eşyaları bir yerden bir yere sürterek götürüyorlar. Evin beyi açtı kapıyı. Derdimi anlattım. Özür diledi. Fakat yine aynı şekilde saçma sapan sesler çıkartmaya devam ediyorlar. Bu arada kapıyı açtıklarında evin görüntüsünden ötürü kısa süreli bir şok yaşadım. Koridorda ne ararsanız vardı. Böyle darmadağınık bir ev görmemiştim. Tüm ev böyleyse evde yürümek için bir şeyleri sağa sola itip çekmeleri mantıklı tabii. Aklıma geldikçe öyle darmadağınık bir halde nasıl yaşadıklarına hayret ediyorum.

Geçen hafta yaptığım en verimli işlerden biri de darmadağınık olan notlarımı bir deftere toplamak oldu. Birçok deftere, not kağıtlarına ve telefonun not kısmına yazmış olduklarımı güzelce bir araya getirdim. Aralarında üç mikro hikaye var. Onun yanı sıra gitmek istediğim yerlerin listesini de artık bu defterde tutacağım. Aslında bu defter artık benim elim kolum diyebilirim. Hatta kahve bahane yazısının başlığını o defterde yazan kelimelerden seçtim. Okuduğum kitaplarda yer alan, dikkatimi çeken kelimeleri de defterime yazıyorum. Artık aklıma ne gelirse o defterde yerini alacak. 

Bu aralar o kadar çok okuyorum ki, kitaplarım hızla tükeniyor. Bir çılgınlık yapıp kitap yurdundan sipariş verdim. Bakalım kitapların başına bir şey gelmeden bizim evin yolunu bulabilecekler mi? Onlar geledursun ben e-kitap ile okuma serüvenime devam edeyim. Benim için okumak yazmayı tetikliyor. Okudukça yazma isteği ile doluyorum. Bu da buraya, Kahve Bahane olarak yansıyor. 
 
Şimdi, alevi fenerin camına yansıyan, odayı misler gibi vanilya kokutan muma üfleme ve yazısı sizinle buluşturma zamanı. 

O zaman ne diyoruz; Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Siz, siz olun ve muhteris ile muhteriz kelimelerini birbirine karıştırmayın. 
Sevgiler.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

6 Ekim 2020

Kahve Bahane #Anestezi



Bu satırları okumak yerine, karşınızda size ben anlatıyor olsaydım muhtemelen ağzımı toparlayamıyor oluşuma şahitlik etmiş olurdunuz. Anestezinin etkisi ile uyuşmuş bir alt çeneye sahibim. Muhtemelen uyuşukluk sonrası da hafif bir ağrı nöbeti beni bekliyor. Bu yüzden bu kısa arayı fırsata çevirerek kahve bahane aman anestezi de pek şahane demeye geldim. 

Bugün keyif kahvemi yudumlamadan önce, bardağı parmaklarımla sarıp sarmaladım. Dumanının sıcaklığını yüzümde hissedene kadar yaklaştırdım, gözlerimi kapattım ve bardaktan yayılan kahve kokusunu içime çektim. Sonrasında almış olduğum o yudumun hazzını anlatmak olmaz. Bence herkesin deneyimlemesi gereken bir durum bu. 

Denemeden de bilemiyor insan değil mi? Yeni bir şey deniyorum. Klişe olan 21 günlük programlar var, hepimizin bildiği. Sağda solda gözümüze iliştirilen. İşte ben de en sonunda kolları sıvadım ve kendime göre bir 21 günlük programa başladım. Amaç yağ kütlesini düşürüp, kas kütlesini arttırmak. Aslında bu süreçle ilgili yazmak istediğim bir yazı var. Herkes şunları yemeyin diyip geçiyor. Ben bu süreçte her gün ne tükettiğimi yazmak istiyorum. Bir haftayı geride bıraktım. Sonuç alıyor olduğumu görmek güzel. Bir haftada 1,5 kilo verdim. Bugün, dişçi sonrası kendimi iyi hissetmediğim için spor yapamadım maalesef. Onun dışında her gün bir saat egzersiz de yapıyorum. Önümde iki hafta daha var. Bakalım bu iki haftayı da başarı ile tamamlarsam öncesi ve sonrası fotoğraflarımı bloga eklerim. 

Her şeyin fotoğrafını çekme hastalığından da gün geçtikçe uzaklaşıyorum. Şimdi odak noktam blogda paylaşabileceğim fotoğraflar çekmek. Mesela çalışma odama yeni bir çeki düzen verdim. Masanın yerini değiştirdim. Sonrasında da işte bunu bloguma koyabilir diye fotoğrafını çektim. Şimdi camın kenarında, her gün tek tek yapraklarına veda eden ağaçlara bakarak çalışıyorum. 




Fotoğraf güzel şey. Hatırlarsanız eski fotoğraflarımı bastırdığımı ve bir albüm yaptığımı yazmıştım daha önce. Hafta sonu gelen misafirlerimiz vardı. Buzdolabının kapağında olan fotoğraf magnetleri gördüler. Ne güzelmiş dediklerinde bunlarla birlikle albüm yaptım dedim. Sonrasında arkadaşlarıma gösterdim albümü. Öyle güzeldi ki. Beraber albümleri karıştırdık. Bu kim, şu kim diye sordular. Cevap verirken o anlara gittim geldim. Telefonda bilmem kaç piksellik fotoğraflara böyle bir muamele yapamıyorsun. Öyle telefonda kimsesiz kalmaya mahkumlar işte. 

Ben de istediğim kitapları satın alabilmek için deliler gibi kargo parası ödemeye mahkumum sanırım. Okumak istediğim fakat epub ve pdfsini bulamadığım kitapları kitap yurdunda sepete atıp duruyorum. Geçen gece aklıma geldi. Dur bakalım buraya gönderim yapıyorlar mı dedim. Yapıyorlar yapmasına da kitapların bedeli kadar kargo parası istiyorlar. Sonra internette biraz araştırdım ve başka bir site buldum. Oradaki fiyatlar daha da beterdi. 300 TL kargo parasından bahsediyorlar. Aynı kitapları amazondan almaya kalkınca da sonundaki TL uzantısı kalkıyor, yerine direkt EUR uzantısı geliyor. Mesela bir kitabın fiyatı Türkiye'de 20 TL ise Amazonda 20 EUR. Amazon Türkiye'nin de Polonya'ya gönderim hizmeti yok. Bu durumda kitap yurdundan almak daha olası gibi. Şimdilik bulabildiğim e-kitapları okumaya devam ediyorum fakat her an gemileri yakıp kitap siparişi verebilirim. 

Aradan bir yarım saat geçti sanırım. Gemiler mi? Henüz yanmadı. Fakat hafifleyen anestezi sonrası pek sevimsiz bir ağrı başladı. Aklımda bir melisa çayı içip uyumak vardı. Melisa çayımı yudumluyorum lakin melisa çayından fazlasına ihtiyacım olacak. Bir ağrı kesici almalıyım. 

Kahve bahane yazıları artık daha kısa oluyor. Farkındayım. Biraz da böyle olsun. Sık sık ama kısa.
O zaman klasik kapanışımla veda ederken, biz okumalara doyamadık diyenler için eski kahve bahane yazılarımı buraya iliştiriyorum.
 
Ve bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünce dek şen ve esen kalın diyorum. 
Dişlerinizi fırçalamayı da unutmayın. 
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.