21 Nisan 2020

Kahve Bahane #14 Gün


Kahve bahane, milkshake şahane. Çünkü bu yazıda kahve yerine bana çilekli milkshake eşlik ediyor. Böyle afili bir ismi olduğuna bakmamak lazım. Altı üstü süt, çilek ve vanilyalı dondurmanın karışımı. Tadı mı? Bence oldukça güzel.

Karantina günlerinde herkesi bir mutfak sevdası sardı. Ekmek yapanlar, yeni tarifler deneyenler; gün geçtikçe çoğalıyor. Demek ki insanoğlu sıkıldıkça mutfağa uğramaya yatkın. Bu güzel bir şey aslında. Dışarıda yemek yemek hem keseye hem de sağlığa zararlı. Evde yaptığımız şeylerin içinde neler olduğunu biliyoruz ve bir akşam yemeğine verdiğimiz parayla bir haftalık mutfak alışverişi yapabiliyoruz. Tam bir Pollyanna gibi konuştum.

Mutfakta vakit geçirme sevdasına kapılanlardan biri de benim. Evde daha fazla zaman geçirmeye başlamışken Türk yemekleri yapıp duruyorum. Malum bizim mutfağımız güzel olmasına güzel de biraz uğraştırıcı. Bu durumun hem iyi hem de kötü tarafı var. Mutfaktan mis gibi yemek kokuları çıkarken, onlara kayıtsız kalıp yemeden duramıyorum. Bu dönemde de kilo alma riski var.

Kilo herkesin korkulu rüyası. Fakat bu süreçte insan nasıl mutlu hissediyorsa öyle yaşamalı mottosunu savunanalardanım. Bu durumda diyet yapıp, kendini aç bırakıp, hane huzurunu kaçırmak pek alık karı değil. Huzur öncelikli olmalı.

11 Marttan bu yana karantina uygulaması Polonya'da devam ediyor. Aradan geçen bir buçuk ayda kilo almadan süreci yürüttüm. Evde spor yapıyorum. Bu hafta başı parkları yeniden kullanıma açtılar. Bu sabah güne 4 km koşu ile başladım. Böyle giderse kilo almadan bu tempoda ilerleyebilirim.

Hayat tempomuz yavaşlamışken, onu hareketlendirmek adına bir girişimde bulundum. Bakın başıma neler geldi. Uzunca bir zamandır köpek sahibi olma fikri aklımdaydı. Hazır evdeyken bu süreci daha iyi yürütebilirim dedim ve evlat edinmek için köpek aramaya başladım. Arayışım oldukça kısa sürdü. Dokuz aylık bir bebek, evdeki kedi ile anlaşamadığı için yeni bir yuva arıyordu. Gittik, köpeği gördük ve çok sevdik. Tamam dedik. Evin yeni üyesini bulduk. Bir hevesle tüm eşyalarını aldık, eve geldik. Aramız çok iyi olmasına rağmen bizim ufaklık etrafın sesine ayak uyduramadı. Daha önce yaşadığı ev sakin bir yerdeydi. Bu yüzden sanırım, her ses onu tedirgin etti. Öyle çok havladı ki, onu sakinleştirmek epeyi zor oldu. Kucağımda uyurken bile bir anda deli gibi camın önüne gidip havlamaya başlıyordu. Dedim gün içinde havlasın sorun yok. Ama gelin görün ki gece olunca da hiç susmadı. Bütün gece o havladı ben de onu sakinleştirmeye çalıştım. Tabii böyle geçen günlerin ardından komşular kapıya dayandı. Biz de gözümüz yaşlı, küçük beyi eski evine geri götürmek zorunda kaldık. Oysa ki karşıma alıp anlattım ona. Dedim ki " Bak bu evde kalırsan krallar gibi yaşarsın. O eve dönersen o toroman kediyle köşe kapmaca oynarsın." Dinlemedi beni. Dinlese bile anlamamış olabilir. Bu kısa köpek macerası, bir demo niteliğinde oldu. Sahiplenmeden önce köpek sahibi olan blogger arkadaşlarımla da konuştum. İşin en zor kısmı tüyü dediler. Gerçekten de öyleymiş. Bizimki çok kısa tüylü olmasına rağmen ev bir anda tüyle kaplandı. Köpek işi titiz olanlara göre değil. Bunu anladım. Şimdi yeniden böyle bir macera için hazır değilim.

14 gün diye başladığımız bu karantina günleri uzadıkça, maceralı bir hayat yaşamak da zorlaşacak gibi. İş ve market arasında geçip giden bir ömür. Aslında bu duruma alıştım. Yani haftaya ofise gelin derlerse; yok ya ne gerek var biz böyle gayet iyiyiz diyebilirim.

Genel olarak keyfim yerinde. Nadiren kendimi depresif hissediyorum ki sürekli evde olmanın getirdiği yan etkilerden biri bu. Bu yüzden fazla umursamıyorum. Modumu yükseltecek şeyler buluyorum. Hiç olmadı elime cifi alıp her şeyi cifliyorum. Depresyondan eser kalmıyor.

Gezip görmedikçe, sosyalleşemedikçe yazılacak pek fazla bir şey de olmuyor maalesef. Mesela geçen hafta bir kek denemem vardı. Ama ondan bu yazıda bahsetmek istemedim. Bir sonraki yazıya da konu kalsın diye sakladım onu. Sonuçta zaman idareli kullanma zamanı. Karantina günlerinde konu bulmak altın değerinde.

Bende durumlar öyle. Sizde nasıl? Umarım sizin orada da durumlar iyidir, iyi olmasa bile iç güveysinden hallicedir.

Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve sağlıklı kalın.
Kendiniz mutlu edecek uğraşlar bulmayı ihmal etmeyin.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

13 Nisan 2020

İlginç Ölümlere Sahip Ünlü Yazarlar #2



Daha önce yedi yazarın ölümlerine ilişkin İlginç Ölümlere Sahip Ünlü Yazarlar başlığı altında bir yazı yazmıştım. Yazarların hayat hikayeleri okumayı seviyorum. Hazır bol bol vakit varken yeni araştırmalara yelken açtım ve İlginç Ölümlere Sahip Ünlü Yazarlar yazısının devamı niteliğinde olacak bir yazı hazırlamak için kolları sıvadım. Ortaya enteresan bir liste çıktı.

Sırça Fanus kitabında yaşadığı depresyonu ayrıntılı bir şekilde ele alan Sylvia Plath, 30 yaşında kendi hayatına son verir. İlk şiirini sekiz yaşında babası öldüğünde yazar. Sonrasında geçirdiği bunalımlı dönemler, mutsuz bir evlilik, intiharına zemin hazırlar. İki kez intihar etmeyi dener ama başarısız olur. Bazı kaynaklarda aslında kurtulacak şekilde intihar ettiği yazılıyor. Fakat son denemesinde bir şeyler ters gider ve cansız bedeni çocukların bakıcısı tarafından bulunur. Sabah erken saatte kalkarak çocuklarının uyudukları odaya kurabiye ile süt bırakır ve odanın kapısından içer gaz sızıntısı olmayacak şekilde bantlar. Sonra gazlı fırının gazını açar ve kafasını fırının içine sokar. Daha önce yüzleşemediği ölümle yüzleşir. 1963 yılında yaşanan bu olay günümüzde beyaz perdeye " Sylvia" ismiyle taşınır.

Osmanlı zamanında İstanbul'da bir intihar modası başlatan gazeteci, çevirmen Beşir Fuad herhangi bir edebi eser yazmadı. Bunun yerine iyi bir biyografi ve eleştiri yazarı olarak edebiyat çevresinde yerini aldı. 35 yaşında, intiharına ilişkin bilimsel verileri geride bırakarak hayatına son verdi. Evinde bileklerini keserek intihar etti. Bileklerini kestikten hemen sonra yaşadığı deneyimi son nefesine kadar kağıda döktü. O dönemde intihar kavramına yabancı olan İstanbul ahalisi bu haberden çok fazla etkilenince olanlar oldu. İntihar vakalarında hatırı sayılır bir artış meydana geldi. Beşir Fuad bedenini kadavra olarak bağışlamak istedi fakat bu dileği yerine getirilmedi. Şimdilerde mezarının nerede olduğu da bilinmiyor.



Yaşadığı dönemde Rusya'da oldukça popüler bir şair olan Sergey Yesenin 30 yaşında kendi isteğiyle hayata veda etti. 9 yaşından beri yazmış olduğu şiirleri ona hak ettiği ünü kazandırdı fakat geçirdiği bir psikolojik rahatsızlığa yenik düşerek şöhret basamaklarını tırmanmayı bıraktı. Otel odasında kendi astı. Bu olaydan daha enterasan olanıysa bir gün önce bileklerini keserek kendi kanıyla son şiirini yazmasıydı. Ölü bedeninin yanında kendi kanıyla yazılmış şiiri bulundu. Dönemin hükümeti uzunca bir süre şiirlerinin yayınlanmasını yasakladı. Sergey Yesenin'in dilimize çevrilmiş üç şiir kitabı bulunuyor.



Ejderha Dövmeli Kız adlı kitabın yazarı Stieg Larsson bilinçli olarak hayatına son vermek istemediyse de trajik bir olay sonrası öldü. 12. yaş gününde kendisine hediye edilen daktilo sayesinde yazmaya gönül veren, buna rağmen hayattayken hiçbir kitabı basılmayan bir yazar Stieg Larsson.
50 yaşında iş yerindeki asansörün bozuk olması nedeyle merdivenli kullanan yazar, ofisinde vardığında kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Kalbi yedi katı çıkmaya dayanamadı. Yazmış olduğu kitaplara ilişkin taslaklar bir sene sonra bilgisayarında bulundu ve ölümünden sonra dört kitap sahibi oldu. 

Romantik şiir akımının öncüleri arasında yerini alan Thomas Chatterton gençliğin vermiş olduğu cahilliye yenik düştü. Orta çağ şiirlerinden esinlenerek yazdığı şiirleri yüzünden eleştirildi ve gerekli ilgiyi görmediğini düşündü. Thomas için işler yolunda gitmedi ve parasız kaldı. 17 yaşında, Londra'da kiralamış olduğu çatı katındaki odasında, açlığın getirmiş olduğu bunalımla arsenik içerek intihar etti.




✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

6 Nisan 2020

Akis #Şüreka


Geçen ayın yansıması ile geldim burdayım. Can sıkıntılarından, üzücü haberlerden ve salgından bahsetmeyeceğim. Zira gün içinde bu olmusuzluklara oldukça maruz kalıyoruz. Bazı zamanlar bunlardan tamamen sıyrılmak lazım. Ben de geçen ay neler dinledim, neler izledim ve neler okudum diyerek bu gündemden biraz sıyıracağım kendimi. Eğer sen de beş dakikalığına nefes almak istersen bu yazı senin için.

Neler Dinledim? 

Ben banyoda müzik dinlemeyi çok severim. Banyoda müzik dinlemek için su geçirmez bir hoparlörümüz bile var. Mart ayında favorim Mipso grubunun seslendirdiği Marianne. Hafif retro, kendi halinde akan bir müzik. Sevdiğim bir müzik olunca, sevgili spotify'e aç bakalım bunun radyosunu diyorum. Bu sayede aynı tarzda yeni müziklerle tanışıyorum. Mipso'yu da böyle tanıdım. 

Neler İzledim?

Evden çalışmaya başladığımdan beri, kişisel bilgisayarım yan masada açık duruyor ve bir şeyler izliyorum. Aslında tam olarak izlemiş olmuyorum. Neredeyse hiç ekrana bakmıyorum, sesini duyuyorum. Vakti zamanında bana Ezel adlı diziyi çok övdüler. Ben de fırsat bu fırsat izleyeyim dedim. İçim şişti. Tam bitti dediğim yerde yeni olaylar patlak verdi. Youtube üzerinden izliyorum. 26. bölüme geldiğimde bir baktım yan tarafta altmışıncı bölümler var. Aman dedim. Bitmez bu dizi. Yarım bıraktım.

Bu hafta bir çılgınlık yapıp Bizimkiler adlı diziyi izlemeye başladım. Eski olmasına ve hiçbir aksiyon içermemesine rağmen bana çok keyifli geliyor. Şimdi çalışırken yan tarafta bana bizimkiler eşlik ediyor.

Netflix denizinde yüzmeyi de ihmal etmedim tabi.
100 Humans adlı bir tv programı izledim. Mizahi anlatımı ile 100 insan üzerinde yapılan deneyler oldukça enteresandı.

The Platform da izlenenler arasında yerini aldı. Ben ilgiyle izledim. Bana bir kitap okuyormuşum gibi geldi. Konuşma diyalogları bir kitap sayfasından çıkmış gibiydi. Nedense seveni olduğu kadar sevmeyeni de bol bu filmin. Ben sevenler kısmındayım.

Bunlar bitenler; bunların dışında Lucifer'i izlemeye başladım Fakat sevgili netflix Türkçe altyazısını bize eklememe konusunda pek bir ısrarcı. Türkçe alt yazısı olmasına rağmen Polonya'dan bağlandığımız için Türkçe alt yazı seçeneği çıkmıyor. İngilizce alt yazı ile izliyorum. Aslında bu bir nevi ingilizce pratiği de oluyor.

Evde fazlaca vakit geçirince izlenenlerin sayısında gözle görünür bir artış olmuş. Ben de yazarken fark ettim.

Neler Okudum?

Ne çok şey izlemişsin, kesin kitap okumaya vaktin kalmamıştır diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Mart ayında toplam yedi kitap bitirdim.

1- Feniçka

Nietzsche'nin evlilik teklifini geri çeviren kadının hikayesini okumak isterseniz Feniçka'dan bir adet edinmeniz gerekiyor. Olay örgüsü pek güçlü olmasa da diyaloglar sayesinde kendini okutuyor.

2- Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe

Bu kitabı almamın nedeni Küçük Prense benzetilmesiydi. Konu bakımından değildi bu benzetme. Küçük Prens gibi bir çocuk kitabı olmasına rağmen her yaş grubundun okuması gerken bir kitap olduğu için. Yakın gelecekte kör olacak bir kız çocuğunun hikayesi var kitapta. Öyle saf, öyle dolu dolu ki. Yapabileceği ve yapamayacağı şeylerin listesini çıkartmasına ve üstlerini bir bir çizerken göstermiş olduğu olgunluğa bayıldım.

3- Dracula

Arada bir ingilizce kitap okuyorum. Dracula da onlardan biriydi. Kısa versiyonunu okudum. Daha önce Dracula'nın hikayesini bilmiyordum. Sürükleyici ve korku doluymuş. Bir çırpıda okudum bitti. 

4- Yaman Adam

Can Yayınları bir uygulamasını bedava yapınca, bakalım içinde neler var derken buldum Yaman Adam adlı kitabı. Behçet Necatigil çevirisi ile leziz bir kitaptı. Kitap, yanlış hatırlamıyorsam beş öyküden oluşuyor. 

5- Ferdi ve Şürekası

Halid Ziya'nın kitabı. Ayrıca yazı başlığımın isim babası. Şüreka ortaklar demek. Söylemesi keyifli bir kelime. Okurken sondaki a harfinin üzerinde şapka varmış gibi okumayı ihmal etmeyin. 
Kitabı günümüz Türkçesiyle okudum. Eminim ki günümüz Türkçesi ile okumak biraz anlam kaybına neden olmuştur. Fakat eski baskı ile okuyanların serzenişlerinden sonra böyle bir tercih yaptım. Kitap tam anlamıyla bir Türk filmi tadındaydı. 

6- Bir Alman'ın Hikayesi 

Naziler ile ilgili kitaplar okumak istiyorum. Ama öyle ders kitabı tadında olmasın diyordum. Öyle bir arayış içerisindeyken bu kitaba denk geldim. Kitabın kahramanı Nazi dönemini kendi anılarıyla anlatıyor. Yer yer sıkıcı olan kitabı bitirmeyi başardım. Keyif aldın mı derseniz, yok maalesef. Alamadım. 

7- Sevgili 

Bu kitabı da bir blogger arkadaşımda gördüm. Kitap ismi ve kitap kapağı yüzünden basit bir aşk romanı gibi geliyordu bana. Sonradan öğrendim ki Yılmaz Güney'in hayatını anlatıyormuş. İşte bu noktada dikkatimi çekti ve kitabı okudum. Kitapta isimler değiştirilmiş fakat Yılmaz Güney'in hapisane zamanı, sinemadaki filmleri için olan savaşı, ikinci eşiyle tanışması ve ülkeyi terk edişi birebir aynı şekilde ele alınmış. 
Okuma bakımından oldukça verimli bir ayı geride bıraktım. Ve aynı hızla Nisan ayı okumalarıma başladım. 

Yazıyı yazmam, gözden geçirmem ve bir fotoğraf eklemem (görsel için parkımızda baharı selamlayan çiçekleri seçmem) yaklaşık bir saatimi aldı. Bu bir saatte kendimi gündemden soyutlamış oldum. Şu an keyifli hissediyorum.Umarım ki siz de bu yazı sayesinde beş dakikada olsa gündemden soyutlanmışsınızdır. 

O zaman ne diyoruz; bir sonraki yazıda görüşünceye dek şen ve esen kalın. 
Sabah yüzünüzü yıkadıktan sonra aynadaki yansımanıza günaydın demeyi de ihmal etmeyin.
Sevgiler.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.