Kahve bahane yazmak için kendime sebep arıyordum ki geçen hafta yapmış olduğum tatili bahane ederek bilgisayarın karşısına geçtim. Tatillerimde kısa fakat içeriği beni düşündürecek kitapları okumayı severim. Bunun yolu da kesinlikle felsefeden geçiyor.
*Aşağıdaki üç paragraf kitaplarla ilgili. Kitaplar dikkatinizi çekmiyorsa üç paragrafı atlayıp, tatil macerasını yazdığım kısımdan devam edebilirsiniz.
Destek yayınlarının çok güzel bir serisi var. Türkiye'ye gittiğimde serinin çoğu kitabını aldım. Bu tatilde okuduğum kitaplardan biri Stoa felsefesinin öncülerinden olan Seneca'ya aitti. Daha doğrusu Seneca'nın sözlerini, yazdıklarını, düşüncelerini derledikleri bir kitaptı.Nedir bu Stoacılık derseniz; Cem Yılmaz'ın "mutluluk içimizde" dediği o harika repliğiyle tam olarak açıklanabilir derim. Stoacılık, mutlu olmak için dış etkenlere gerek olmadığını, insanın gerçekten mutlu olabilmesinin kendinden geçtiğini anlatır durur.
Unutmadan okumak isteyenler için kitabın adını da buraya bırakıyorum.
Gladyatör Kararını Arenada Verir.
Bir diğer kitap ise herkesin hayatında en az bir kere bir paragrafını okumuş olduğu Montaigne denemelerini içeriyordu. Kitabın ismi de pek güzeldi. Hayatın değeri Uzun Yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır. Bu söz bana babaannemin bir sözünü hatırlattı. Kendisi her zaman "Allahım elden ayaktan düşürme, kimseye beni muhtaç etme" diye dua eder, "üç gün yatır dördüncü gün yanına al" der. Neden üç gün babaanne dediğimde de uzakta olanlar gelebilsinler diye cevap verir. Allah uzun ömürler versin. Sanırım duaları işe yarıyor. Yaşı olmasına rağmen kimseye muhtaç değil. Babaannemi bir kenara bırakıp kitaba dönecek olursam; Montaigne okuyup da keyif almamak elde mi derim. Seneler önce yazılmasına rağmen günümüz duygularını bu denli yakından anlatan satırlarla karşılaşmak zor.
Hazır kitaplardan bahsetmeye başlamışken son zamanlarda keşfettiğim ve oldukça beğendiğim bir yazar olan Ayfer Tunç kitaplarıyla devam edeyim. Olay kurguları mükemmel ve akıcılığı da çok iyi. Kitapları su gibi akıp geçiyor. Suzan Defter adlı kitabıyla başlayan okuma serüvenim; Aziz Bey Hadisesi ile taçlandı. Şimdi ise Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi ile son gaz devam ediyor.
Bak yine asıl konudan saptım. Hemen toparlıyorum. Yazıya başlarken aklımda yapmış olduğum kısa tatilin fotoğraflarını eklemek vardı. Konu kitaplar olunca yazdıkça yazmışım. Polonya'da yaz tatili yapalım dedik. Hava sıcaktı, biz de inandık ve bir hafta sonrası için göl evine gidelim diye karar verdik. Göle giremesek bile güneşleniriz. Planı yaptık. Yerimizi ayırttık. Peki bilin ne oldu. Gittiğimiz günden döndüğümüz güne kadar güneşi görmedik. Bir gün boyunca yağmur vardı. Yağmur durdu ama bulutlar baki kaldı.
Polonya havasına güvenip yaz tatili planlayanda kabahat.
Ben bu göl evi işini pek seviyorum. İnsana huzur veriyor. Tabii ki deniz kenarında bir evi göl evine tercih ederim ama Krakow'da bu imkansız. Elimdekiyle yetinmeyi bilirim. Olabildiğince keyif alarak, bol bol okuma yapıp, sudoku çözerek, içsel huzurumu yükselterek bir tatil yaptığımı itiraf etmeliyim. İşte aşağıdaki kareler de bunun ispatı.
Sizi fotoğraflarla baş başa bırakırken bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın diyorum.
Unutmayın mutluluk içimizde...