30 Mart 2020

Kahve Bahane #Korona Günlerinde Aş


Kahve bahane yazılarının temeli huzura dayalı olduğundan mütevellit, yazılamadı. Bu sıralar kafamın içindeki kelimeler, boş çöllerde nereye gideceğini bilmeden dolanan çalı çırpı misali. Hal böyle olunca da kahve bahane yazılarının boynu bükük kaldı. Blogumu daha fazla boşlamaya gönlüm razı olmadı. Sonuç ortada.

Korona yukarı, korona aşağı derken, mevcut sorunlarımızdan bir miktar uzaklaştık. Yerine yepyeni dertlerimiz oldu. Eskiden tamı tamına yirmi bir gün önce, sabah sıcak yatağından ayrılıp kim işe gidecek, akşam eve gidince ne yemek yapacağım diye dertlenirken, şimdi adımımı dışarı atabilmek, market alışverişine gitmek bile bir lütuf oldu. Hafta sonu gelse de evi bir silip süpürebilsem derken, sıkıntıdan her yeri cifler oldum. Six pack olayına hiç girmiyorum.

Beni uzun zamandır takip edenler bilir, bir iş yaparken bir anda aklıma gelir blog yazılarım. Birçok yazımın temelini temizlik veya ütü yaparken atarım ben. Yine bir gün elimde cifim, evde fellik fellik gezerken aklıma türlü düşünceler geldi yerleşti.

Sen kalk! ortalama 70-80 (bizim baba tarafı biraz uzun yaşıyor) yıllık yaşam döngünde korona denen virüse denk gel. Bu nasıl bir bedeviliktir. Ha bu satırları okuyorsan sen de bahsettiğim bedevilerden birisin demektir. Ortalık öyle bir hal aldı ki kendimi bilim kurgu kitabın içinde yaşayan bir karakter gibi hissediyorum. Sonu belirsiz, bir kısım isyanda, bir kısım tam olarak kabullenişte. Ben bunun neresindeyim? Umutlanmak istiyorum fakat gidişat pek bir sevimsiz geliyor bana.

Bu sevimsizlik içinde bünyeme iyi gelecek aktiviteler bulmaya çalışıyorum. Neredeyse tamamen hareketsiz bir yaşam stilinin göbeğindeyiz. İnsan da tuhaf bir varlık. Yayılmaya bayılır. Home office çalışsınca günün büyük bir kısmı yine sandalye tepesinde geçiyor. Ondan arta kalan zamanlarda o koltuk senin, bu koltuk benim dememek için elimden geldiğince evde hareket etmeye, spor yapmaya özen gösteriyorum.

Beden sağlığı önemli fakat bu durumda ruh sağlığını koruma dürtüm daha ağır basıyor. O yüzden canım cips yemek istiyorsa hiç affetmiyorum. Kahvaltı masasında uzun bir aradan sonra nutella var. Hunharca tüketmemeye özen göstererek kendimi bu zor günlerde biraz şımartıyorum. Oldukça az haber okuyorum. Çünkü okuduklarım, sosyal medya paylaşımları beni olumsuz etkiliyor. Okuduğum haberlerden etkilendiğim için birkaç gün pek sevimsiz zamanlar geçirdim.

Bir başka aktivitem ise mutfakta uzun uzadıya yemek yapmak. Yazının başlığı da oradan geliyor. Korona Günlerine Aş. Gabriel Marquez'in okunması zor kitabı olan Kolera Günlerinde Aşk adlı kitabından esinlendim. Zira ülkece bu aralar tek derdimiz karantina çıkarsa aman aşsız kalmayalım. Benim sloganım belli. Un varsa sorun yok!

O zaman ne diyelim; stoğunuzdan un, hanenizden sağlık eksik olmasın.
Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Elleri köpürtürken aynada kendinize gülümsemeyi ihmal etmeyin.
Sevgiler.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

14 Mart 2020

Kahve Bahane #Corona Virüsü


Kahve bahane yazılarım gerçekliğin mizahi bir anlatım ile harmanlanmasıyla ortaya çıkar. Başımdan geçen olayları, iyi veya kötü fark etmez, eğlenceli bir şekilde yazmayı seviyorum. Gündemde insanoğlunu tedirgin eden bir virüs varken ne denli mizahi bir anlatım ile yaşadıklarımı anlatabileceğim, bilmiyorum. Elim defalarca bilgisayara gitti geldi. Fakat içimden geçenleri yazıya aktaracak kelimeler bir türlü birleşip bir cümle olamadılar.

Sonra zaten bu kahve bahane yazılarının içeri hep karma karışık değil mi dedim. Bilgisayarın başına geçmeden kendime bir kahve yaptım. Yaptım yapmasına da tadını pek beğenmedim. Her zaman kullandığım kahveden farklı bir kahve satın almıştım. Yanlış bir tercih olmuş.

İnsanların yanlış tercihlerinden ötürü tüm dünya Corona virüsü ile tehdit altındayken benim kahve seçimim pek bir masum kalıyor. Kimilerine göre yaralasalardan kimilerine göre de Amerika'nın gizli oyunlarından dolayı bu haldeyiz. Böyle durumlarda komplo teorileri üretmeye bayılırız zaten.

Ben; Polonya'da durumlar nasıl? Corona Virüsü Polonya'yı ve buradaki yaşamı nasıl etkiledi? bunlar hakkında yazmaya geldim. Dileğim bunları ilerde bir anı olarak okumak. Gelin görün ki virüse yenik düşersem de domain süresi dolana kadar internet aleminde kalır bu yazı sonrasında da yok olur gider.

Polonya'da bir haftadır önlemler artmış durumda. Home office çalışmaya başladık. Nisan ayına kadar da böyle devam edecek. İnsanlara evden çıkmamaları öneriliyor. Polonya halkı pek bir sakin. Gerçekten de sokaklarda yoklar. Okullar tatil oldu, çoluk çocuk gezelim demiyorlar. Bugün gördüm. Eczane önünde sırada bekleyen insanlar birbirlerine neredeyse iki metre mesafede duruyorlar. Kişisel bilinç bu olsa gerek.

Tek hassas noktaları tuvalet kağıdı ve sıvı sabun. Bunun hikayesini dinledikten sonra neden tuvalet kağıdı stokladıklarını anladım. Polonya halkı komünist rejimi görmüş geçirmiş. 1990 yılında bu rejimden çıkmış. Yani pek bir yakın geçmiş oluyor bu. Komünist rejimde marketlerde temel besin maddelerine erişim kolayken tuvalet kağıdı lüks tüketime giriyormuş. Bunları dinledikten sonra tuvalet kağıdı stoklamalarını anlıyorum.

Herkes tedirgin demiştim. Ben ise kendimi bilim kurgu filmlerinde gibi hissediyorum. Sanki Black Mirror dizisinin bir bölümünün başrol oyuncuları gibiyiz. Mesela dün akşam oturmuş sakin sakin dizi izlerken gelen bir telefonla kısa süreli bir panik yaşadım. Telefondaki ses "sokağa çıkma yasağının gelmesi an meselesi, yiyecek içecek için stok yaptınız mı?" dedi. Sonrasında mutfak dolaplarını açıp neler var diye saymaya başladım. Bu daha önce deneyimlemediğim bir şeydi. Babaannem her zaman evde un ve bakliyat bulundururdu fazladan. Evde un varsa sorun yok derdi hep. Dün ilk defa gerçekten ne demek istediğini anladım sanırım.


Enteresan bir süreç. Farklı bir deneyim. Sakin kalmakta ve akıl sağlığını korumakta fayda var. Zira virüstür geçer gider veya bünle ile barış imzalar diğer virüsler gibi kardeş kardeş yaşarız. Ama akıl sağlığı öyle mi? Bir gitti mi, artık gerçekten geçmiş olsun dersiniz.

Bu kahve bahane de böyle olsun. Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın. Ellerinizi sık sık yıkamayı da ihmal etmeyin.
Sevgiler.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

5 Mart 2020

Akis #Doppelganger


Şubat ayı diğer aylara göre kısa olduğundan mütevellit bu yazı da size uzun bir okuma keyfi olanağı sunmayacak. Yazıya eşlik etmek için ince belli bir bardakta yudumlanan çay kafidir. Göz açıp kapatınca kadar geçen Şubat ayının aksini yazma işi Mart ayının bu gününe kaldı. Bir hayli yoğunluğumun bunda etkisi büyük. Yoğunluğun nedenini anlatmayı Kahve Bahaneye saklıyorum. Şimdi lafı çok uzatmadan; neler izledim, neler dinledim ve neler okudum faslına geçme zamanı.

Neler İzledim?

Açılışı fantastik dizi olan Ragnarok ile yaptım. Norveç yapımı diziyi pek beğendim. Dozunda fantastik bana keyifli geliyor. İşin içine tanrılar da girince oldukça enteresan bir yapım ortaya çıkmış. Konunun geçtiği kasabaya bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Tam bir doğa harikası. İnsan izlerken ne güzel yerler var demekten kendini alıkoyamıyor.

Ragnarok biter bitmez sevgili Netflix bunu da beğenirsin diye Lokce&Key adlı dizini gözüme soktu. Bakalım bu neymiş dedim? iyi ki de demişim. Gizem, macera ne arasan var tadında bir dizi izledim. Biraz korkabilirim diye tırstım ama öyle çıkmadı. Kaldı ki ben bir şey izlerken kapı gıcırdasa korkudan gözlerimi kapatırım.

Bu diziler bitince You adlı diziyi yeniden izlemeye başladık. Ben birinci sezonunu ingilizce pratik adına alt yazısı ingilizce olarak izlemiştim zaten.  Fakat bizim er kişisi izlememişti. Sonunu bilmeme rağmen tüm bölümlerini ilk kez izliyormuş gibi heyecanla izledim. Şimdi ikinci sezonun ortalarındayım. Yakın zamanda da üçüncü sezonu çekilecek diye bir haber okudum. Joe yine nasıl çılgınlıklara yelken açacak, oldukça merak ediyorum.


Neler dinledim?


Burada okuyacaklarınız sizi çok şaşırtabilir. Çünkü bu ay çok tuhaf şeyler oldu. Arkadaşımın Sherlock Holmes'in hafıza sarayına benzer bir müzik arşivi sarayı var kafasında. O kadar şarkı sözünü başka türlü bir insan aklında tutamaz. Klasik müzik dinlerken bi bakmışsın rap dinlemeye başlıyor. Ondan gelen linkleri tıklarken acaba bu sefer ne dinleyeceğim diye kısa bir tedirginlik yaşıyorum. İşte bu ay hayatımda ilk defa "çikolata gibi tatlısın "adlı parçayı dinledim. Hem de kimden İsmail YK'dan. Sonra sıkıyorsa yaz bunu blogunda dedi. Ben de ayıpsın Bir Tutam Karınca aşırı şeffaf ve kişisel blog dedim. Ve yazdım. Tabii ki tüm ayı çikolata gibi tatlısın parçası dinleyerek geçirmedim. 

Eve çok tatlı, mini bir ses sistemi aldık. Haliyle müzik dinleme kalitemiz de arttı. Şimdi eve gelince ilk iş spotifydan Fasıl-ı Jazz açmak oluyor. Keloğlan'ın söylediği "Sen Bir Aysın" parcasını öyle güzel söylemişler ki, bu ay kaç kez dinledim sayamadım. Hatta şu an yine fonda o çalıyor. 

Müzik listelerim oldukça dağınık. Bir boş vaktimde listelerimi düzenleyeceğim. 

Neler Okudum?

Şubat kısa olmasına rağmen okuma adına en verimli geçen aylardan biri oldu benim için. Altı kısa kitap sayesinde toplam 651 sayfa okudum. 

1- Cebi Delik- Paul Auster 


Düzenli çalışmayı benimsemeyen ve istekleri için türlü sıkıntılar çeken Paul Auster'in otobiyografisi. Uzunca bir süredir yazarların hayat hikayelerini araştırıyorum. Beni besleyebilecek bir kaynağa henüz ulaşamadım. Arada bir otobiyografiler okuyarak bu merakımı gidermeye çalışıyorum. Bu kitabı da öyle keşfettim. Kısa olduğu için okuması kolaydı. 

2-Felaketzedeler Evi - Guillermo Rosales 


Kitap birine tavsiye edilecekler listemde değil. Sadece şunu söyleyebilirim. Kitabı değerli kılan unsur ağır psikolojik sorunlar yaşayan yazarın kurtarılmış bir eseri olarak günümüze ulaşmış olması. Zira yazarın kaleme aldığı diğer yazıları bu denli şanslı değilmiş.

3- Galiz Kahraman -İhsan Oktay Anar


İhsan Oktay Anar, her kitabımı böyle güzel, böyle akıcı olur. Yazarın okuduğum yedinci kitabıydı. Arka kapağında " o hem herkes hem de hiç kimsedir" der. Kahramanını ancak bu kadar güzel tarif edebilir. Kitap biter kahramanın sokakları çınlatan hüüp nidası kulaklarda baki kalır. 

4- Kabuk Adam - Aslı Erdoğan


Bunca zamandır Aslı Erdoğan'dan nasıl haberdar olmamışım. Bir arkadaşım vesilesi ile tanıştım. Bu kitabı okuyunca kendime kızdım biraz. Bilim kadını olmak yerine kalem ve kağıtları seçmiş bir yazar. Kabuk Adam ise Karayipler'de  bir yerlinin yaşam hikayesi konu alıyor. Yazar, sanırım kendi hayat hikayesinden bir kesiti kağıda döküp, bizim söyleyemediğimiz birçok şeyi kabuk adam söyletmiş. Ne de güzel yapmış. Ortaya okuması keyifli bir eser çıkmış.

5- How I Met Myself - David A. Hill


İngilizce pratik yapmak için okumaya başladığım, konusu ile bu ayki Akise ismin babalığı yapan kitap. Yeri gelmişken açıklama zamanı. Nedir bu doppelganger? Almanca iki kelimenin birleşiminde türeyen bir kelime. Doppel çift; ganger de giden kişi demekmiş. Kelimeyi kitapta görünce araştırdım. Kendinden bir tane daha görmek anlamında kullanılıyormuş. Mecazi anlamda değil. Karşında kanlı canlı kendini görmekten bahsediyorum. Gördüğünüzde aa canım kendim diye sarılmamakta fayda var. Çünkü kendinizden bir tane daha görmek kötü bir şeyin habercisi olarak anılıyor. Bu olayı yaşadığını idda edenlerden biri de Goethe'ymiş. Mitolojide de yeri olan bu kelime oldukça ilgili çekti. Kitabın hikayesi de bu kurgu karakter üzerine kurulu. 

6- Kıtlık ve Bolluk - Massimo Montanari


Kitabı bitirmeden önce bir kare fotoğraf çektim. İşte o da bu yazının görseli olarak burada yerini aldı. Buğdayın, ekmeğin bilmediğim birçok yönünü bu kitap sayesinde öğrendim. Nasıl ki giyim sektörünün bir moda döngüsü var, sanırım aynı şey besinler için de geçerli. Ayrıca şekerin mutfaklara nasıl girdiğini, kahvenin Avrupada yaygınlaşmasını sağlayan şeyleri ve neden Avrupada bu denli patates tüketildiğini sorusunun cevapları bu kitapta gizli. Farklı şeyler okumayı ve okurken bir şeyler öğrenmeyi seviyorsanız ve yemekle aranız iyiyse bu kitap sizin için biçilmiş kaftan.

Kısa olacak derken yazı almış başı gitmiş. Tutabilene aşk olsun. Şimdi fark ettim. O zaman şimdi veda zamanı. Bir sonraki yazıda görüşünceye dek şen ve esen kalın. Kendinize çay ısmarlamayı ve kendinizi şımartmayı unutmayın. 

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.