15 Şubat 2017

Para biriktirmenin 10 altın kuralı


Herkesin genel sorunlarından biridir para biriktirememek. Kiminle muhabbet etsem "aslında çok harcamıyorum ama ay sonu bir bakıyorum ki hesapta hiç bir şey kalmamış" diyor.  İşte yanıldığımız noktalardan biri bu. Bir ay içinde yapmış olduğumuz minik harcamalar, ay sonunda yüksek meblağlara tekabül ediyor.

Aşağıda sıraladığım maddeleri bir yıldır kendi üzerimde uyguluyorum ve emin olun hepsi çok etkili.

1- Abur cubur alışverişlerinizden kurtulun. Aman onlardan ne olur canım demeyin. 1 TL, 3 TL, 5 TL verdiğiniz o minik kalori bombaları hem kesenize zarar hem de sağlığınız için bir tehdit. Örneğin her gün 1 TL lik çekirdek almaktan vazgeçerseniz ay sonunda cebinizde fazladan 30 TL kalır.

2- Kozmetik alışverişlerinden uzak durun. Bu sanırım en çok bayanların sorunu. Yani bir rujunuz, rimeliniz varsa ikincisine, üçüncüsüne ihtiyacınız yok. Bu gerçeği kabullenin. İlk öncelikle elinizin altındaki ürünleri bitirmeye bakın. Unutmayın ki aldığınız her ürünün bir son kullanım tarihi mevcut.

3- Sizi kandıran promosyonlardan uzak durun. Marketlerin bir çoğu aslında ihtiyacımız olmayan şeyleri bize satma çabasında. Şunu alırsan bu bedava hikayesi külliyen yalan. Dikkat! Aslında 20 TL harcayıp sadece ihtiyacınız olan bir ürünü almak yerine, sizi kandırarak iki katı para harcatabiliyorlar.

4- Giyecek hiçbir şeyim yok demekten vazgeçin. Beyninizi devamlı yeni şeyler almaya şartlayan bu sihirli sözcükten ivedilikle kurtulmanız şart.

5- Evinizin temizliği için temizlikçi tutup, kendinize yarattığınız boş vakiti alışveriş merkezlerinde geçirmeyin. Ya oturun kendi evinizi temizleyin ya da bu süre zarfında mağaza gezmek yerine uzun bir yürüyüşe çıkmayı tercih edin.

6- Ev için gereksiz kıvır zıvırlar almayı bırakın. Aaaaa bu minik süs eşyası tv ünitesine ne kadar çok yakışır demekten vazgeçin. Muhtemelen tv ünitenizde hali hazırda o minik süslerden vardır. Yenilerini eklemenin hiçbir anlamı yok.

7- Kıtlık çıkacakmış gibi alışveriş yapmaktan vazgeçin. Böylelikle mutfak masrafınızı aylara bölmüş olmanın yanı sıra bayat ürün tüketmekten veya  belirli dönemlerde dolaplarda unutulan süresi geçmiş ürünleri çöpe atmaktan kurtulursunuz.

8- Eğlence için illa lüks mekanlarda takılmak zorunda değilsiniz. Bunu aklınızın bir köşesine yazın. Konsepti çok güzel olan ve fiyatları ucuz olan mekanlar keşfedebilirsiniz. Böylelikle her hafta Starbucks bardağı ile fotoğraf çekip instagramda hava atmak yerine farklı mekanlarda çekilmiş birçok fotoğraflara da sahip olabilirsiniz.

9- Taksi kullanmaktan vazgeçin. Evet yanlış okumadınız. Eğer gidebileceğiniz yer 2 km kadar uzağınızdaysa yürümeyi tercih edin. Unutmayın ki yürümek sağlığımız için çok fayladı. Daha uzun mesafe gidecekseniz toplu taşıma yollarını araştırın. Eminim ki karşınıza taksiden daha ucuz olan birçok alternatif çıkacaktır.

10- Bir şeyi almadan önce gerçek anlamda ona ihtiyacınız olup olmadığına sorgulayın. Almaya karar verdiğiniz anda almayın. Kendinize 1 hafta süre tanıyın ve 1 hafta sonunda muhtemelen almak istediğiniz o eşyadan vazgeçeceksiniz. Denemesi bedava.


Bonus: Kötü alışkanlıklarınız içinde sigara içmek varsa bir an önce ondan kurtulun. Böylelikle daha kaliteli bir yaşam elde etmiş olursunuz. Ayrıca sigara bu yazdığım maddeler içinde en masraflısı sanırım. Ondan uzak durmak kesenize bir hayli faydalı olacaktır. ( Ben sigara içmediğim için bunu uyguladığım maddeler içinde yazmak yerine bonus olarak yazmayı tercih ettim.)


Yazdığım 10 maddenin hepsi çok basit ve uygulanabilir önlemler. Bonus madde için aynı şeyi söylemek biraz daha zor ve onu bu 10 madde dışında tutuyorum.

İşin aslını sorarsanız (ki ben sorduğunuzu farz ediyorum) bu listeye eklemek istediğim çok madde var. Lakin sizi yazıya boğup burdan kaçırmak istemiyorum. 10 madde +1 bonus ile yazıyı tamamlamak istedim.

Unutmayın ne demiş atalarımız : Damlaya damlaya göl olur.

O zaman başlayalım;  üç, iki, bir.



✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

12 Şubat 2017

Kitab-ül Hiyel İhsan Oktay Anar


Kitab-ül Hiyel, İhsan Oktay Anar'ın 1996 yılında okuyucuları ile buluşturduğu ikinci kitabıdır. 144 sayfa olan kitabın her sayfasında bir olay vuku bulmaktadır. İçinde birçok mekanik çizim de bulundurduğundan, mühendislik mesleğini icra edenlerin oldukça ilgisini çekeceğini düşünüyorum.


Kitabın konusuna geçmeden önce Hiyel'in kitaptaki tanımı yer vermek lazım.
"Hiyel ilmi, emirlere asla karşı gelmeyecek sadık köleleri, yani makineleri yaratma sanatıydı."


İhsan Oktay Anar'ın hayal gücünü en iyi kullandığı romanlarından biridir Kitab-ül Hiyel. Osmanlı döneminde yaşayan 3 hiyelkarın hikayesini konu alır.

Kitabın ilk kahramanı Yasef Çelebi, bir denizaltı yapma hayali ile yanıp tutuşur. Mühendisliğe olan merakı sayesinde hesaplamalar yapar, bunları çizime döker ve bir denizaltı tasarlar. Siz de tasarım sürecinde yaşadıklarına sayfaları çevirdikçe tanıklık edersiniz.

İkinci kahramanımız Calüd ile tanışmamıza vesile olan da Yasef Çelebidir. Calüd'ü köle olarak satın alır ve tüm bilgisini ona aktarır. Köle öğrendiği bilgiler ışığında yeni tasarımlar için kolları sıvar.  Calüd'ün en büyük hayali ise bir devri daim makinesi yapmaktır. Fakat Yasef Çelebi gibi ince düşünemez. Aç gözlü ve kibirli bir karaktere sahiptir. Bu da onun sonunu getirir.

Kitabı noktalayacak olan kişi ise Üzeyir'dir. Yazar, Calüd'ün yetimhaneden sahiplendiği Üzeyir üzerinden insan psikolojisinin değişim sürecine derin göndermeler yapar. Üzeyir oldukça ağır bir imtihandan geçer. Tek yoğunlaştığı konu olan hiyel üzerine düşünmesi son bulur ve beynindeki o ince ipin koptuğuna tanıklık edersiniz.

İşte iktidar susuzluğu çeken kendisi, Dünya'yı yıllardır bu güçlerin, cebirlerin ve kuvvetlerin toplamı olarak görmüş ve ona hakim olmak istemişti.
Mucizelere inanması gerektiğini, çünkü mucizelerin gerçeklik duygusunun değil, gerçeğin bir parçası olduğunu anlatıyordu: Zaten gerçeğin kendisi bir mucizeydi. O her bakımdan şaşılacak, hayret edilecek ve hayran olunacak bir yaratıydı.  


Daha önce İhsan Oktay Anar kitapları okumaya alışıksanız hiç yabancılık çekmeyeceğinizi söyleyebilirim. Kitabın içinde yer alan çizimler de kitabın kendisi kadar enteresan. Ben okurken keyif aldım. Umarım verdiğim bilgiler kitap hakkında bir fikir sahibi olmanıza yardımcı olabilmiştir.
Keyifli okumalar.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

7 Şubat 2017

Yeni Keşifler Serisi #2

Merhaba, blog yazmayı sevdiğim kadar okumayı da çok seviyorum. Gününüm azımsanamayacak bir kısmını blog okuyarak geçirmekten ötürü çok mutluyum. Yeni bloglar keşfettikçe onlar hakkında yazmaktan ve daha fazla kişiye onları duyurmaya vesile olmaktan da ayrıca zevk alıyorum.

Bu hafta size Parlakjurnal adlı blogdan bahsedeceğim.



9 arkadaş olarak başladıkları blog serüvenlerine 14  arkadaş olarak devam ediyor Parlakjurnal.
Böylelikle 1 tıkla 14 beyine ulaşabiliyorsunuz. Çok yazarlı bir blog kültürünü kendilerine hedef olarak benimsemişler ve bu hedef doğrultusunda gerçekten çok faydalı içerikler üretmeye başlamışlar. Blog içerisinde birçok farklı kategori mevcut. Bilim, teknoloji, kitap, edebiyat, eleştiri, film ve sanat bunlardan bir kaçı. Tıp kökenli yazarlardan oluştuğu için bilim kategorisi oldukça dolu bir içerik barındırıyor. Ben tarih ve eleştiri kategorilerinde yazılmış yazılarını ilgi ile takip ediyorum.
E-posta aboneliği ile yeni yazılarından hemen haberdar olabiliyorsunuz. Ayrıca göz yormayan bir blog tasarımına sahipler. Benim için bu büyük bir artı. Karışık bloglarda çok fazla vakit geçiremiyorum. Bunların yanı sıra kitap dostu bir blog. Hatta bu aralar bir kitap çekilişine ev sahipliği yapıyor. Aslında çekilişe katıldığım için bu bilgiyi burada paylaşıp sizi de olaya dahil etmek pek mantıklı değil. ( Çekilişi kazanma ihtimalimi düşürmüş oluyorum. ) Lakin tutamadım kendimi.


Kendilerine ulaşıp, "sizin blogunuz hakkında bir yazı yazmak istiyorum bana kendinizi anlatır mısınız" dedim. Şimdi gelin Parlakjurnal yazarlarından birininin blogları hakkında yazdıklarına bir göz atalım.

" Yazı yazmak insanın sadece yazma yeteneğini değil, ufkunu da iki katına çıkarıyormuş bunu öğrenmeye başladık. Bazen bir şeyler bilmek bir çözüm olmuyor. Bildiğini anlatabilmek ve aktarabilmek, bilme eyleminden çok daha önemli olabiliyor. Tabii anlattığınız şey karşıdakinin anladığı kadar oluyor orası ayrı. Neyse diyelim, biz " tıpçı" olmakla birlikte toy yazarlar olarak çok şeyler öğrenip, mutlu oluyoruz. Anatomi ve histoloji gibi bilumum derslerden vakit buldukça biz buradayız, siz de buyurun tanışalım. Eminiz ki 14 kişi içerisinden en az bir kafa dengi bulacaksınız.   "

Her zaman savunduğum bir görüş var. Hayat paylaştıkça daha güzel. Bu nedenle paylaşmaktan korkmayın. Egolarınızı bir tarafa koyun ve sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeyler için teşekkür etmeyi ihmal etmeyin.

Eğer okumaktan sıkılmayıp, şu an bu satırları okuyorsanız muhtemelen birkaç dakika içinde parlakjurnal'da hoş bir gezinti sizi bekliyor olacak.

Keyifli okumalar.

Bir sonraki yeni keşifler serisinde buluşmak üzere.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

4 Şubat 2017

Kalem Kokusu


Gri kıyafeti ve mis kokusuyla ne kadar süredir orada beklediğine dair bir fikri yoktu. Belki bir gün, belki bir ay, belki bir yıl. Aslında onun için zamanın bir önemi de yoktu. Çünkü bir gün onu gerçekten yanından ayırmayacak sevgilisine kavuşacağına olan inancı tamdı. Işıklar kapandığında yine bir günü geride bıraktığı gerçeğini iliklerine kadar hissetmesine rağmen, "demek ki o gün bugün değilmiş" diye kendini avutuyordu. En sevdiği saatler ise ışıkların yeniden yandığı saatlerdi. Işıklar bir güneş gibi gönlünü aydınlatıyordu. Onun için bir gün başlıyordu ve belki bugün beklediği kişiyle karşılaşabilecekti. Gün içinde bir kaç gözün bakışlarını üzerinde hissettiğinde, kalbi deliler gibi atmaya başlıyordu. "Acaba bu gözler onun mu" diyordu içiden. Tek istediği sıcak bir yuva, her şeyini onunla paylaşacak biriydi.

Yağmurlu bir günün sabahı, damlalar camı tıkırdatırken onu gördü. Üstünde siyah montu ve uzun kızıl saçları vardı. Üşümüş ellerini ısıtmak için ellerini ağzına götürmüş nefesini üfleyip dururken, haylaz bir çocuk gibi etrafına bakıyordu. Birini arar gibiydi gözleri. Belli ki o da bir arayış içindeydi diye düşündü. Onun her adım atışını dikkatlice izledi. Çünkü attığı her adım onu kendine daha da yaklaştırıyordu. Artık aralarında hiç bir engel kalmamıştı. İri ve siyah gözleriyle tam olarak kendisine bakıyordu. Üşümüş elleriyle saçlarını düzeltti ve yüzünde sıcak bir tebessümle "Merhaba" dedi. İşte o an kalbi deliler gibi atmaya başladı. Artık hayalini kurduğu her sahne bir oyun olarak yazılmış ve sahnelenmeye başlamıştı.

Tüm sevgisini ve ömrünü vereceği kişinin ellerini tuttu ve oradan birlikte ayrıldılar. Bundan böyle onun ellerinin arasında tüm sıcaklığı hissedebilecek ve onun düşünceleriyle dans ederek, onun düşüncelerini beyaz sayfalara dökebilecekti. Kağıtla her buluştuğunda, mis gibi bir koku yayılıyordu etrafa. Sevgilisinin en derin düşünceleri kağıda dökmesine ve düşüncelerini ölümsüzleştirmesine  yardımcı oluyordu.
Onun dünyaya geliş amacı da buydu zaten.


Genelde yazarlar yazılarını birine ithaf ederler.
Ben ise bu yazımı geçen hafta aldığım mis gibi kokan kurşun kalemime ithaf ediyorum. Eğer o kadar güzel kokmasaydı ben bu satırları yazamamış olacaktım.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

29 Ocak 2017

Canavarın Çağrısı

Porsuk ağacı canavarı ile can sıkıntısının baş gösterdiği bir günün içindeyken karşılaştım. Oldum olası böyle fantastik filmleri severim. Kısa olması da büyük bir artı oldu benim için ve izledim. Açıkcası beklentilerim yok denecek kadar azdı. Tek istediğim biraz zaman geçirmekti. Fakat film bittikten sonra "ne güzel bir konusu varmış" hissini yarattığı için bu satırlar yazıldı.

Patrick Ness'in kaleme aldığı 216 sayfalık bir kitap olan " Canavarın Çağrısı " 2016 yılında beyaz perdeye taşınmış, imdb puanı 7,7 olan fantastik bir dram filmi.

 On üç yaşındaki Conor'ın yolunda gitmeyen hayat hikayesini konu alıyor. Yavaş yavaş ölüme yaklaşan bir anne, başka biriyle hayatını birleştirip uzaklarda kendine yeni bir yaşam kuran bir baba, okulda anlaşamadığı bir arkadaş grubu. Buraya kadar okuyup, bu bir Amerikan film klasiği, hani bunun fantastik yanı demeyin.
Conor'ın hayatı, evlerinin az ilerisinde yaşayan bir porsuk ağacının dev bir canavara dönüşüp her gün tam 12.07'de onu ziyaret etmesi ile enteresan bir hal alıyor. Canavar ona tam üç gerçek hikaye anlatacağını ve dördüncü hikayeyi de Conor'dan dinleyeceğini söylüyor. Zaten zor zamanlar geçiren Conor kendisine hikaye anlatmayı kafaya takmış ve kendisi hakkında tüm bilgilere sahip olduğunu söyleyen bir canavar ile başa çıkmaya çalışıyor. Canavar Conor'a bir gerçeği sakladığını ve bunu açıklaması gerektiği söylüyor ve filmin sonunda Conor bu gerçeği anlatıyor.

Kitabı okumuş olsaydım birçok satırın altını çizerdim. Film gerçekle yüzleşmenin zorluklarını çok güzel anlatıyor. İnsanın gerçekleri kendine itiraf edebilmesi aslında ruhunu özgür bırakan bir eylem. Eğer vaktiniz varsa, filmi izlemeden önce kitabını okumanız tavsiye ederim.


Yazdıklarıma ek olarak kitabın tanıtım bültenini de eklemek istedim.

On üç yaşındaki Conor için gerçek, korkuyla örülmüş koskoca bir duvar ve bu engeli aşabilmesinin tek yolu cesaretten geçiyor. Birileri Conor' a kabul edemediği gerçeği fısıldamalı...  Peki, her biri birbirinden çelişkili hikayeler anlatan korkunç bir canavar Conor'ın gerçekle yüzleşmesine nasıl yardımcı olabilir?

Patrick Ness'in efsane Yazar Siobhan Dowd'un özgün fikrinden esinlenerek kaleme aldığı Canavarın Çağrısı, yalnız bir çocuğun, onun hasta annesinin ve hiç beklenmedik ziyaretçisi canavarın cesur, karanlık ama gülümseten hikayesi...

Pek çok edebiyat ödülüne değer görülerek saygın kaynaklar tarafından yayımlandığı yılın en iyi kitaplarından biri olarak seçilen Canavarın Çağrısı, 2012 CILIP Carnegie ve CILIP kate Greenaway Madalyaları ile onurlandırılarak şimdiye dek hem yazarı hem çizeri bu değerli ödülü almaya hak kazanmış  tek yapıt olarak edebiyat tarihine geçmiştir.


Paylaş:

22 Ocak 2017

Çantanın Tarihi

Çantalara gönül vermiş ve kariyer planını bu konu üzerine yoğunlaştırmış biri olarak yazmakta çok geciktiğim bir konuyu masaya yatırmaya karar verdim bugün. Çantanın tarihi hakkında enteresan bilgileri bu yazıda bulabileceğinizi umuyorum. Tüm bayanların severek kullandığı bir aksesuar olan çantanın ilk çıkış hikayesini ve gelişimini benden dinlemeye hazır mısınız?

Çantaların insan hayatında yer alması Eski Mısır'a kadar dayanır. Hadi canım! kim çıkardı bu şehir efsanesini demeyin. Bakın mis gibi görsel ekledim. Kanıtlarım var. 


Şaka bir yana, hiyerogliflerde birçok çanta taşıyan erkek tasviri var. Buradan, çanta hanım kızlarımız için bir aksesuardır diyen beylere sesleniyorum. Yok öyle bir durum. Çantayı ilk sizin hemcinsleriniz kullanmış. Şaşırdınız değil mi?





Hep aynı yerde saymayan ve sürekli gelişen toplum, erken uygarlık döneminde çantanın kullanım alanını da genişletmiş. Köylüler tohum ve tahıllarını taşıyabilecekleri çantalar kullanmaya başlamışlar. Afrikalı rahipler ise lüks ve iktidarın sembolü olarak boncuklu torba çanları tercih etmişler. Böylelikle çantada süs anlayışının da temelleri atılmış.

Gel zaman git zaman, erkekler çanta kullanımı sürdürürken, hanım kızlarımız ince ruhlarını ortaya koyarak daha süslü çantalar kullanmayı tercih etmişler. Bunlara öyle çanta diyip geçmek yerine Hamondeys ve Tasques adlarını vermişler.




Bu kadar -mişli geçmiş zaman anlatımı yeter. Derli toplu bir anlatım için Kronolojik olarak çantanın gelişimini anlatmaya Rönesans döneminden başlıyorum. 
15. yüzyılda çantalar düğünlerde bir hediye alternatifiydi. Üstlerine evlenen kişilerin aşk hikayeleri işlenir ve evli çifte hediye edilirdi.

16. yüzyılda kabarık eteklerin yaygın olarak kullanıldığı dönemler, çantalar genel olarak eteklerin içine saklanılarak kullanılırdı. Erkekleri ise artık beline takmak yerine kıyafetlerinde saklayarak taşımayı tercih ederlerdi.




17. yüzyılda Yeni Çağ düşüncesinin temelleri atılırken çanta tasarımlarının gelişim kaydettiği bir dönemdir. Genç kızlara evlilik yapabilmeleri için çok gerekli bir yetenek olarak nakış öğretilirdi. Kızlar kendileri için çanta dikmeye ve onları süslemeye başladı. Böylelikle tarih dikiş sanatının yükselişine tanıklık etti. Zaman içinde çanta boyutları küçülmeye başladı.
18. yüzyılda kadınlar Retikül (hobo) çantalar taşımaya başladılar. Günün belli zaman dilimleri için farklı çantaların kullanılması fikri de bu dönem içinde olgunlaştı. 
19. yüzyılda erkeklerin günümüzde de tercih ettikleri "el çantası" terimi ortaya çıktı. Aklınıza eski zaman filmlerinde yer alan doktorların taşıdığı çantaları getirin. Oldukça fazla iç bölmesi olan ve elde taşınan çantalar sokaklarda yerini aldı. Bunu gören hanımlar rahat duru mu hiç, yeni bir moda akımı başlatmaya karar verdiler. Böylece çanta içine bölmeler ekleyip; opera gözlüklerini, kozmetik eşyalarını ve parfümlerini yanlarında taşımaya başladılar. 



20. yüzyılın başlarında Dünya Savaşları moda sektörünü de olumsuz etkiledi. İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinin ardından çantanın günümüze kadar uzanan hikayesi de büyük bir ivme kazanarak, bir moda ifadesi haline geldi. Artık hem pratik kullanım hem de stil sahibi olmak için insanlar çanta taşımaya başladılar. Arz talep meselesini fırsata çeviren Chanel, Louis Vuitton ve Hermes tasarımları ile çanta sektörünün öncüsü olmak için ilk adımlarını attılar. 

 Böylelikle çantalar günlük yaşamımınız vazgeçilmezi haline geldi. 





Paylaş:

12 Ocak 2017

Yeni Keşifler Serisi #1

Vaktimin büyük çoğunluğunu Blog Sözlük'te geçiriyorum.

İşte orada vakit geçirirken yeni bloglar keşfediyorum. O blogları okurken, neden ben bunları paylaşmıyorum ki  dedim kendi kendime ve keşfettiğim bloglar hakkında yazılar yazmaya karar verdim.




Bugün hakkında yazmak istediğim blog: Yenibirpost

Sinema, dizi, kitaplar, işinize yarayacak pratik bilgilerin yer aldığı bir blog. Hüseyin bey içeriği sürekli güncel ve her gün düzenli paylaşım yapan bir blog yazarı. Böylelikle her gün okuyacağınız yeni bir yazı sizi bekliyor.

Yeni şeyler öğrenmek için, canınız sıkıldığında moralinizi düzeltmek için, vizyondaki filmler hakkında bilgi sahibi olmak veya kitaplar hakkında inceleme okumak için ziyaret edebileceğiniz bir site. Umarım gün geçtikçe takipçi sayısı artar ve böyle güzel içerikler paylaşama devam eder.

Site adresi:  yenibirpost.net

Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.

Sevgiler.
Paylaş:

5 Ocak 2017

2016 yılında okuduğum kitaplar ve kitaplara ilişkin notlarım ( Bölüm 5)

Daha önce 4 bölüm halinde, 2016 yılında okuduğum kitaplara yer vermiştim. Şimdi paylaşacağım kitapları Blog sözlük kitap etkinliği çerçevesinde keşfettim.

Etkinlik kapsamında kitap okumanın birçok artı yönü var.

1-Belli bir süre belirlendiği için, sizi düzenli okumaya teşvik ediyor. O süre içinde kitabı bitirmek için çaba sarf ediyorsunuz.
2- Ayrıca ne okumalıyım acaba sorunundan sizi kurtarıyor.
3- Yapılan yorumlar sayesinde, aynı dönemde okunan bir kitabın, her bireyde bıraktığı farklı etkiyi gözlemleme şansınız oluyor.
4- Öneriler sayesinde bir çok yeni kitap keşfedebiliyorsunuz.
Kitap okuma grubuna göz atmak ve sözlüğe üye olmak isterseniz, link burada;


Şimdi gelelim kitaplar hakkında bir kaç satır karalama işine.

Kitap adı: Çavdar Tarlasında Çocuklar
Yazarı: J. D. Salinger
Sayfa Sayısı: 208

Ne bir tarla, ne de bir çavdar var kitabın içinde. Hatta konuya mekan New York sokakları. Kitap, kendini yaşadığı topluma bir türlü adapte edemeyen ergenlik çağındaki bir bireyin,  okuldan atıldıktan sonraki 3-4 günün konu alıyor. Kitabın yazılış tarzı bana biraz Dövüş Kulübü adlı kitabı hatırlattı. Tabii burda sadece ergen bir gençlik vakasına tanıklık ediyorsunuz. Konu bakımında hiç bir benzer yönleri yok.

"Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşı olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir."

" Bir şeyi çok iyi yapıyorsanız, bir süre sonra, dikkatli olmazsanız gösteriş yapmaya başlıyorsunuz. Ve sonunda da iyi olmaktan çıkıyor yaptığınız. "



Kitap adı: Yılanı Öldürseler
Yazarı: Yaşar Kemal
Sayfa Sayısı: 112


Yaşar Kemal'in kalemine alışık olanlar içini içinde birçok sosyal mesaj barındıran, hikaye kurgusu biraz fantastik olan eserdir.
Üstat, sosyal ve kültürel baskıların insan üzerinde yarattığı psikoloji ve yaptırımları, bir çocuk üstünden kitaba işlemiş.







Kitap adı: Oğullar ve Rencide Ruhlar 
Yazarı: Alper Canıgüz
Sayfa Sayısı: 204

Kitabın giriş cümlesi," Beş yaş insanın en oldun çağıdır; sonra çürüme başlar." Böyle bir cümlenin arkasından 5 yaşında bir çocuğun absürt bir serüveni ile karşı karşıya kalırsınız. Olay kurgusunda ilerlerken bazen o çocuğun kocaman bir insan olduğunu düşünürsünüz. Ama asıl gerçek öyle değildir. O çocuk hiç büyümemiştir ve halen 5 yaşındadır.

"Bazen de saygıdeğer abilerim ablalarım, dünyası yerle bir olur insanın. Hayat, fazla yarmadan idare etmeyi sağlayan bütün anlamlarını yitiriverir. En akıllıca saydığınız fikirlerinizin saçmalığını, en içten duygularınızın yapmacıklığını kavrarsınız. Aslında hiçbir konuda bir fikriniz bulunmadığını, aslında hiç kimseye karşı bir şey hissetmediğinizi ve tüm evrenin de size karşı aynı gaddarca kayıtsızlık içinde olduğunu. Hep gözünüzün önünde durduğu halde o güne dek her nasılsa yok saymayı başardığınız bu gerçeği fark ettiğiniz anda ilahi işleyişi de çözmek üzeresiniz demektir."

" Bildiğiniz gibi bir şeylerin olması için mutlaka müteşebbis ruhlu bir ahmağın bu kuralı çiğnemesi gerekir."


Bir yazı dizisinin daha sonuna geldim. Farkındayım 2016 yılı kitap okuma sayım çok yukarlarda değil. Lakin ben böyle durumlarda bardağın dolu tarafını görmeyi seviyorum.

2016 yılını  23 kitap (7065 sayfa) ile noktaladım.

Şimdi 2017 yılında okunacakların listesini oluşturdum. Şu an listemde hali hazırda 19 kitap var. Listeme katkıda bulunmak amacıyla kitap önerilerinizi yazarsanız çok mutlu olurum.


1-  Suskunlar
2-  Cinler
3-  İlyada
4-  Kosmos
5-  Marsta Zaman Kayması *okudum.
6-  O
7-  Tesla Anlaşılmamış Dahi *okudum.
8-  Veba
9-  Dune Çocukları
10- Boğulmamak İçin
11- Ölümlü Makineler
12- İnsanın 1 Dakikası
13- Kadınsız Erkekler
14- Bana İtalya'yı Anlat
15- Golem ve Cin
16- Sis *okudum.
17- Kopyalanmış Adam
18-Savaş ve Barış
19- Kitab-ül Hiyel * okudum.















Paylaş:

4 Ocak 2017

2016 yılında okuduğum kitaplar ve kitaplara ilişkin notlarım ( Bölüm 4)


Kitap adı: Bilinmeyen Adanın Öyküsü
Yazarı: Jose Saramago
Sayfa Sayısı: 60

 Bu kitabı okumadan önce eğer Saramago okuyacaksanız körlük ile başlayın derdim. Artık bu söylemimi değiştirecek bir başka kitabı var. Bilinmeyen Adanın Öyküsü, masalsı anlatımı ile sizi içine çeker. Saramago kendi metaforu ile insanın kendini bulma çabasını işler.

"Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin."

"İşte kader hep böyle davranır bizlere, hemen arkamızdadır, omzumuza dokunmak için elini çoktan ileri doğru uzatmıştır, bizlerse hâlâ, Geçti gitti, gösteri bitti, yine aynı hikâye, diye homurdanıp dururuz."

"Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olabilmen mümkün değildir."

                                      " Rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan  uzaklıklarını değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur."



Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.