29 Mart 2019

Ne Umdum Ne Buldum #Mart

Krakow'da bir sokak
Kazimierz- Krakow'da bir sokak


Çiçek gibi bir yazı ile Mart ayından ne umdum ne buldum deme zamanı. Hayatın bazı dönemlerinde zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız ya işte bu ayın tanımı benim için tam olarak bu. Mart koştu, ben de onu yakalamak için tabiri caizse peşinden depar attım. İyi de Yasemin yakaladın mı diyenler için, cevabı yazını devamında gizli diyorum.

Mart ayında son cemre düşer de havayı biraz ısıtır diye umdum. Dün akşam işten çıkarken dolu fırtınası buldum. Cemre buralara düşmeyi unuttu. Anlayacağınız buraya baharın geldiği yok. Yiğidi öldürüp hakkını yemeyeceğim tabii. Hafta sonları, hafta içine göre daha düzgün bir hava var. Bu ise benim işime geliyor. Geçen hafta sonu yedi ay aradan sonra ilk defa açık alanda oturup kahvemi yudumladım. İnsan özlüyor. Hadi az daha ısınsın havalar, ben de canım bisikletimle tur atmaya başlayayım.

Mart ayında üç kitap okurum diye umdum. Umduğumdan bir fazlasını buldum. Geçtiğimiz ay başladığım Tutunamayanlar bitti. Artık ben de adımı Tutunamayanlar'ı okuyan tayfaya yazdırabilirim. Okuması zor bir kitap. Bunu kabul ediyorum. Kitabın son kısmında Selim'in yaşadığı tüm buhranı iliklerime kadar hissettim. Okuyun demek biraz iddalı bir laf olur. Eğer gerçekten kitaplara gönül vermiş biriyseniz okumayı deneyebilirsiniz. Bu ay listemde üç büyük ustanın kitabı yer aldı. Araya bir tane yabancı yazar sıkıştırmışım yine. İlerleyen aylarda bir ayı sadece Türk yazarlara ayırabilirim. Şimdi gelelim Mart ayı okuma listeme;

  • Tutunamayanlar (Oğuz Atay)
  • Üstü Kalsın (Cemal Süreya)
  • Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca (Yaşar Kemal)
  • Paris ve Londra'da Beş Parasız (George Orwell)

Mart ayında daha önceki aylarda gerçekleştiremediğim koşu hedefini tutturmayı umdum. Umduğumu da buldum. Hafta sonları koştum. Nisan ayında biraz daha sık antrenman yapmam lazım. Çünkü 10 km gece koşusuna kaydımı yaptırdım. Yalan yok şimdi 10 km gözümde büyüyor. Ama zaman yaklaştıkça enerjim yerine gelecek ve koşabileceğim. Buna inancım var. 

Mart ayında Roman Polanski filmlerini izlemeyi umdum. Ay sonunda hedefin yakınından bile geçmediğim gerçeğini buldum. İzlediğim farklı diziler, akşam yaptığım diğer işler yüzünden film izleme işini hep erteliyorum. Sanırım bir sonraki ay kendime film izleme hedefi oluşturmayacağım. 

Mart ayında her gün squat ve plank yapmayı umdum. Umduğumu buldum. Üstüne bonus olarak son 15 gündür yoga hareketleri ekledim. Gerci yogada henüz tam olarak umduğumu bulduğum söylenemez. Geçenlerde bir hareket denerken kafamın ve dizimim üstüne çakıldım. Az biraz sıyrıkla ve hafif bir morartı ile atlattım olayı. Tabii ki bu beni yıldırmadı. Nisan ayında umulanlar listesinde artık yoga hareketleri de yerini alacak.

Mart ayında her gün bir bardak yeşil çay içmeyi umdum. Her gün de masamın üstünde bir fincan yeşil çay buldum. Ben bu yeşil çay içme işine Şubat ayında başlamış olmama rağmen geçen ay yazdığım yazıda bahsetmeyi unuttum. Arkadaşlarımdan biri, her gün yeşil çay hikayesi paylaşıp duruyorken neden blogunda yazmadın diye uyarınca hatırladım. Şimdi yeşil çaya oldukça alıştım. Sabah ofiste ilk kahvemden sonra sırayı yeşil çay alıyor. 

Mart ayında her gün yarım saat Lehçe çalışmayı umdum. Son iki günü saymazsak umduğumu buldum. Bu sefer dil öğrenme konusunda daha istekliyim, bu da başarı oranımı arttırıyor. Bildiğim kelimeleri kullanıp cümleler oluşturmaya çabalıyorum. Şirkette Lehçe kursuna başladım. Haftada bir gün bir buçuk saat. Bakalım ne kadar ilerleyecek? Lehçe dünyada öğrenilmesi zor olan dillerden biri. Bu bilgiden sonra kocaman bir kolay gelsin dileğinizi alırım. 

Mart ayında her hafta bir blog yazısı yazmayı umdum. Bu yazı ile birlikte blogda altı yazı buldum. Yazmak beni rahatlatıyor. Bazen işten yorgun dönüyorum. O zamanlarda tek isteğim mis kokulu bir kahve eşliğinde blog yazmak oluyor. Uzunca bir süredir taslakta bekleyen mikro öyküm Uyku'yu görücüye çıkardım. Bir gece yarısı aklıma Galata geldi ve ona hitaben Oysaki adlı mikro öyküyü yazdım ve yazdığım gibi yayınladım. 

Dediğim gibi mart koştu ben kovaladım. Şimdi umduklarıma ve bulduklarıma toplu bir şekilde baktım da bence her şey yolunda. Hayatın saçma sapan akışı içinde kendime vakit ayırdım ve bundan dolayı mutluyum. Darısı sonraki ayların başına.

Bir sonraki ne umdum ne buldum yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın. Kendinize ama sadece kendinize vakit ayırmayı unutmayın.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

27 Mart 2019

Uyku



Güneş doğmayı unuttuğunda, rüzgar artık yaprak dallarını sallandırmadığında taşlaşır insanoğlunun kalbi. Bunun dışında her zaman bir ümit vardır. Yeniden sevebilmek ve hayattan keyif alabilmek adına. Güneş karanlığı aydınlatır. Rüzgar bulutları dağıtır. Kalp ışığı ve açıklığı sever.

Sıkıcı geçen bir gecenin son demlerinde, kitap ayracımı bu satırların yazdığı sayfaya iliştirdim. Hafif bir serinliğin hakim olduğu odamı ısıtma görevini üstlenmiş olan; baş ucumda odamı aydınlatan cılız ışığın sahibi muma üfledim. Çok kısa bir zaman diliminde karanlığa karışabilen beyaz dumanını seyrettim. Uykuya dalmak belki mutsuzluğumu hafifletebilirdi. Yarının, bugünden ve dünden hiçbir farklı olmayacaktı. Sabah uykumun en güzel yerinde beni uyandıracak olan alarm sesiyle irkilecek, giysi dolabının kapağını açıp elime geçen ilk parçayı giyecek, demlenmemiş kahvemi yudumlayacak, tüm dağınıklığımı geride bırakarak dış kapıyı çekecek, yolda yürürken günün ilk sigarasını yakacak ve yine hiçbir şeyden haz alamayacaktım.

Dışarıda yağan yağmurun taneleri cama vururken, henüz ısınmamış olan yatağıma uzandım. Yorganımı, serpilmiş bir ölü toprağı edasıyla tüm bedenimi örtecek şekilde üstüme çektim. Uyuyabilmek adına hazırdım artık. Karanlığa alışan gözbebeklerim, her gece randevumun olduğu tavandaki o nokta ile buluştu. Okuduğum satırları ve benden çok uzakta yaşanan duyguları düşünmeye başladım. Ben bu hayatta en çok kolay mutlu olabilenleri kıskanıyordum. Mutluluk denen şey benim kapımı çalmazken resmen başkalarının hayatına kamp kurmuştu.

Yorganımın ağırlığı altında ezilen bedenim ısınmaya başladı. Göz kapaklarım usulca birbiriyle buluştu. Nefes alıp verişim yavaşladı. Bedenim ağırlaşırken ruhum hafifledi. işte! günün en huzurlu anına geçiş yapmıştım. Artık uyuyordum.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

22 Mart 2019

Kahve Bahane #40



Cuma akşamı, masada yine mis kokulu bir kahve var. Fonda, ekşi sözlükte denk geldiğim bir yazarın spotify listesi çalmaya başladı. Ben, kahve bahane serisinin kırkıcısını yazmak üzere masamda yerimi aldım.

Masamın üzerinde bir minyon var. Geçen gün aldığım kinder sürpriz yumurtadan çıktı. İlk defa sürpriz yumurtadan düzgün bir şey çıktı. Yakın zamanda, içlerinden farklı minyonlar çıkması umudu ile iki tane daha almayı planlıyorum. Üç tane olunca hepsine bir isim vereceğim. Birinin ismi Yasemin olacak, diğerlerine erkek ve kız kardeşimin isimlerini vereceğim. Onları yan yana dizip, kardeş dayanışmasını yaşatacağım onlara.

Masa demişken, şu an mutfağın darmadağın olduğu gerçeğini göz ardı ettiğimi söylemeliyim. Hiç toplamak istemiyorum. Bütün dağınıklığı yok sayıp kahvemi hazırladım. Ara sıra kendimi rutinden sıyırıyorum. Aman pis kız bu diyorsanız, canınız sağ olsun. Kahve keyfimden sonra toplarım. Her şeyi devamlı aynı sırayla yapmak beni bunaltıyor.

Bu aralar sabah kalkar kalkmaz kahvaltı yapmaktan sıkıldım mesela. O nedenle kalktığımda beş on sayfa kitap okuyorum. Sonra kahvaltıyı hazırlıyorum. İş yerinde hep aynı kahveyi içmekten sıkıldığım için kendi kahvemi hazırlayıp yanıma alıyorum. Bunlar günlük rutine yapılan minik tatlı darbeler aslında.

Geçen sosyal medya sularında yüzerken bir alıntıya denk geldim. Çok anlamı ve güzel olduğu için blogda yerini alsın istedim. Çünkü zaman zaman açıp eski blog yazılarımı okuyorum. Aklımdan çıkarsa, okuduğum zaman yeniden ne doğru derim.

New York California'dan 3 saat ileride ancak bu California'yı yavaş yapmaz. Kimi 22 yaşında mezun olur ama sağlam bir iş bulmak için 5 sene bekler. Kimi 25 yaşında CEO olup 50 yaşında ölürken, kimi 50 yaşında CEO olur 90'ı görür. Kimi evlenirken, kimi bekar kalır. Obama 55 yaşında emekli oldu. Trump 70 yaşında görevine başladı. Bu dünyada herkes " kendi zamanına" göre yaşar. Etrafındaki bazı insanlar senden bir adım ileride gözükebilir, bazıları ise senin gerinde gözükebilir. Ancak herkes kendi yarışında, kendi zamanında. Onlara kıskançlık besleme, taklit de etme. Onlar kendi zamanında, sen kendi zamanında yaşayacaksın. Hayat harekete geçmek için doğru zamanı beklemektir. Yani sakin ol. Geç kalmadın. Erken de değil. Tam zamanında yaşıyorsun. 

Bu yazıda yer alan geç kalmadın kısmı tam benlik. Sanırım bu yüzden çok sevdim bu yazıyı. Bu aralar deliler gibi çizim yapmak istiyorum. Çizdiklerimi beğenmeyince şikayet ediyorum. Böyle olunca bizim beyin sesi, dış ses misali olaya müdahale ediyor. "Farkında mısın Yasemin, her şeyi yapmak istiyorsun ve de hepsini mükemmel yapmak istiyorsun, bu yüzden de hep şikayet ediyorsun" diyor. Tam da buraya bir "adam haklı" yazısı yakışır. Dış sesin müdahalesinden sonra hepsini mükemmel yapma isteğimden kendimi soyutladım. Akışına bıraktım. Bakalım bu akışta hobilerim nasıl şekillenecek? Belki küçük ama uzun bir ırmak misali ince ince akacak, belki de denizle buluşacak ve deli dalgalara karışacak.

Akışta olmak tabirini benimseyip bu ay başından beri basit yoga hareketleri yapmaya başladım. Ay sonunda ne umdum ne bulduğumda bu akışın neresindeyim konusuna değineceğim.

Kahve bitti, müzik listesi güzelmiş. O çalmaya devam ederken, masadan boş bardağı alıp, mutfağa doğru ilerleme vaktidir.


O zaman ne diyoruz; bir sonraki yazıda görüşceye kadar şen ve esen kalın.



✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

17 Mart 2019

Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim


Öyle bir köy düşünün ki şehire bağlantı yolları çift gidiş çift geliş olsun. Köyün içinde yollar asfalt olsun. Evlerin hepsi bakımlı ve önlerinde uçsuz bucaksız tarlaları olsun. Yerleşim yerinde tüm imkanlarını karşılayacak tesisler olsun. Yolda yürürken size kuş sesleri eşlik etsin. Bir evin minik köpeği, siz evlere bakarak gezerken peşinize takılsın. Sizinle yürüsün. Ayrıca köyün evleri rengarenk çiçek motifleri ile bezenmiş olsun.

Buraya kadar okuduysanız, şimdi de yaşadığınız beton yığınları ile dolu şehirleri sadece iki saniye düşünmenizi rica ediyorum. Sonrasında da yukarıda anlattığım köyü hayal edin. Böyle bir köy olsa ve biri sizi "hadi gel köyümüze geri dönelim" derse, cevabınız ne olurdu?

Ben bugün böyle bir köyü ziyaret ettim. Gezerken, insanın böyle bir köyü varsa şehirde yaşaması delilik dedim. Zalipie, Krakow'a (yaşadığım şehire) 100 km uzaklığında yer alan, boyalı evleri ile ünlü bir köy. Bu ününü Halk Sanatcısı olan Felicja Curylowa'ya borçlu. 1904 yılında bu köyde doğan sanatçı motiflerini kendi evinin duvarlarına boyadı. Sonrasında köyde yer alan 20 ev daha bu motifler ile doldu taştı. Bunu ben değil, wikipedia diyor.

Bol güneşli bir gün olduğu için bazı evleri istediğim gibi fotoğraflayamadım. Elimden geldiğince güzel kareler yakalamaya çalıştım. Evlerin sadece dışı değil, odaları ve tavanları da rengarenk çiçeklere bezeliydi.






Bahçelerde yer alan boyalı su kuyuları pek şirindi.

Çok net çıkmadı lakin dikkatli bakarsanız kuyunun üstünde yer alan fil ile ağaçta yer alan leylek figürlerini görebilirsin. Tatlı detaylar bunlar.






Bu sadece gelenlerin ziyaret etmesi için düzenlenmiş bir ev değil. İçinde 80 yaşlarında çılgın bir teyze yaşıyor. Bizi yoldan çevirdi. Gelin evime bakın dedi. Teyze evini boyamakla kalmamış, tüm kıyafetlerini de boyamış.
Burası onun oturma odası. Perdenin arkasında banyosu var. Mutfak tarafı biraz kalabalık olduğu için fotoğraf çekmedim. Mutfakta aynı böyleydi.


Teyze, dediğim gibi hızını alamayıp her şeyi boyamış. Şu dikiş makinesine bayıldım.





Bu evde çok güzeldi. Fakat güneş açısının azizliğine uğradı. Yinede burada yerini alsın istedim.

Güzel ve ruhuma iyi gelen bir pazar geçirdim. Baharın gelmek üzere olduğunu hissettim. Dönüş yolunda ise aklıma "hadi gel köyümüze geri dönelim" cümlesi geldi. İşte bu nedenle bu yazının başlığı, "güzel bir pazar gezisi" değil de " hadi gel köyümüze geri dönelim" oldu.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

12 Mart 2019

Kahve Bahane #39


Kahve bahane serisine yazmayalı neredeyse bir ay olacak. Ne umdum ne buldum serisi, kahve bahane serisinin pabucunu dama atacağını zannediyorsa yanılıyor. Çünkü kahve bahane serisinde konu bütünlüğü yakalamaya çalışmadan yazdığım için oldukça rahatım.

Dün itibariyle acemi birliğimi tamamlayıp, usta birliğine geçiş yaptım. İş yerinde üç aylık deneme sürem bitti ve yeni sözleşmemi imzaladım. Üç aydır Polonya'da çalışıyor olmak bana bazen enteresan geliyor. Bugün çalışırken bir ara sağıma ve soluma baktım. Solumda haftanın iki günü Polonyalı bir kız, üç günü ise Arap bir çocuk oturuyor. Sağımda ise Azeri bir kız var. Sağa döndüğümde Türkçe, sola döndüğümde İngilizce konuşuyorum. Beyin devrelerim ara sıra yanmıyor değil. Böyle bir karışıklık yetmezmiş gibi haftaya Lehçe kursuna başlıyorum.

İşe başladığım dönemde artık eskisi gibi blog yazısı yazamazsın, resim çizip kitap okuyamazsın diyenler vardı. Ama hiç de öyle olmadı. Üç ayın sonunda eskisi kadar fazla zamanım olmasa bile tüm hobilerime zaman ayırmayı başardım. Hatta bir arkadaşımla buluşup resim çizme etkinliği bile yaptık. Büyük olan kaktüs onun, küçük olan kaktüs ise benim eserim. Henüz tamalamadık. Tamamlamak için bir sonraki buluşmayı bekliyoruz.



Bu arada alışveriş işleri hafta sonuna kalıyor. Polonya bu sene yeni bir uygulamaya geçti. Pazar günleri tüm alışveriş merkezleri, büyük ve orta büyüklükteki marketlerin hepsi kapalı. Böyle olunca alışveriş için sadece cumartesi günü kalıyor. Konuya iki farklı taraftan bakıyorum ben. Benim gibi çalışanlar için biraz kötü oluyor. Cumartesi zorunlu olarak alışveriş işlerini halletmelisiniz. Yoksa pazar günü ekmek bulmak bile zor oluyor. Fakat alışveriş merkezi çalışanları için güzel bir uygulama. Herkesin ailesi ile vakit geçirmesine olanak sağlıyor. Bu yüzden iyi veya kötü diye kesin bir yargıya varamıyorum.

Krakow küçük ve yaşaması huzurlu bir şehir. En sevdiğim özelliği ise dört sene geçmesine rağmen yeni ve ruhu olan yerler keşfedebilmeye devam etmem sanırım. Geçen hafta sonu süper bir kafe keşfettim. Eskilerden kalma dört dükkanı birleştirerek bir kafe haline getirmişler. Ben dükkanın demirci olan kısmında oturdum. Tabii ki favorim terzi dükkanı olan orta kısımdı.







Kazimierz bölgesinde turlamayı, sokaklarını fotoğraflamayı seviyorum. Kazimierz Yahudiler ile Polonyalıların iç içe yaşadıkları bir bölge olduğu için kültür çeşitliliğine ev sahipliği yapıyor. Her gidişimde birkaç kare fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyorum.

Aslında tam da bu noktada yazıyı sonlandırmayı düşünüyordum ki aklıma pazar günü denk geldiğim bir olay geldi. Son olarak onu da yazıp bu kahve bahaneyi sonlandırayım.

Pazar günü kısa bir yürüyüş için sokağa çıktım. Oldukça sarhoş bir ingiliz, elinde tuttuğu bir yemek kutusunu çöp tenekesine atmaya çalıştı. ilk iki denemesi başarısız oldu ve kutunun içinde yer alan tavuk kemikleri de yere döküldü. Çöp kutusunun arkasında ise yaşlı bir evsiz teyze çocuğu izliyordu. En sonunda çocuk kutuyu çöp kovasına atmayı başardı. Bu arada evsiz kadın ingilizce " burası İngiltere değil, burası temiz bir ülke" diye çemkirdi. Çocuk yere dökülen tavukları topladı çöpe attı.
Yanından geçerken "Aferin teyzecim" dedim içinden. Bu İngilizlerden çok çekiyoruz çok.

İşte böyle! Bu akşamlık benden bu kadar. Ne diyorduk;
Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Sevgiler.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

9 Mart 2019

Spor Yapmanın İncelikleri


Hadi bakalım hayırlısı. Hakkında milyonlarca yazı bulabileceğiniz spor yapmanın incelikleri adlı konuya dair ben de bir şeyler yazmaya geldim. Yazıya başlamadan önce, aşağıda okuyacaklarınızın tamamen kişisel tecrübelere dayalı olduğu gerçeğini göz ardı etmememizi rica edeceğim. Yani o site senin, bu site benim gezip, bilgileri alt alta sıralamadım. Hepsini uyguladım. İşe yarar olduğuna kanaat getirmek için uzunca bir süre bekledim. Uyguladığım yöntemleri maddeler haline getirdim. Şimdi işin en keyifli kısmı olan deneyimleri paylaşma zamanı geldi çattı.

1- Sporu iş olarak yapan kişilerin instagram ve/veya sosyal medya hesaplarını iç geçirerek takip etmekten vazgeçin! 


İç geçirerek tabiri, etrafımda ve takip ettiğim hesaplardaki yorumlardan çıkardığım bir gözlem. Profesyonel olarak sporla ilgilenenler tabii ki harika vücutlara sahip olacak. Nasıl bir öğretmenin bilgi birikimlisi, bir cerrahın tecrübelisi makbulse; spor yapan bir kişinin de tabiri caizse taş gibi olanı makbuldür. O hesaplar sizi motive ediyorsa takip etmeye devam edin. Ama bakıp bakıp sadece iç geçiriyorsanız hayatınızdan çıkarın. Çünkü sporda olumsuz düşünceye yer yok.

2- Kendinize uygun olanı aktiviteyi keşfedin!


Spor yaparken keyif alabilmeniz şart. Bu nedenle neyin size uygun olduğunu keşfetmekten çekinmeyin. Deneyin!
Mesela benim bisiklet ile olan aşkımı blogumu takip edenler bilir. Fakat spor salonunda beş dakika bile pedal çeviremiyorum. Bana her gün yarım saat spor salonunda pedal çevireceksin deseler, arkama bakmadan koşarak uzaklaşırım oradan. Bir daha da uğramam o salona.
Benim keyif aldığım şey kesinlikle koşmak. Bunu keşfetmem biraz zaman aldı. İlk başta ben öyle uzun uzadıya koşamam diyordum. Kışın koşu bandında, yazın da dışarıda uzun ve tempolu yürüyüşler yapıyordum. Bir gün erkek kardeşim abla jogging yapmayı denemelisin dedi. "Acaba nasıl olur? Denemekten zarar gelmez." dedim ve başladım. İlk başladığım zamanlarda 3 km'yi bitirebilmek bile bir başarıydı benim için. Zamanla hem tempom arttı. Hem de 3 km yerini 10 km'ye bıraktı. İlk zamanlarda ayak bileğimle ilgili sıkıntılar yaşadım. Doktorlar, röntgenler, kremler derken ayaklarım da tempoya ayak uydurdu. Koşuya başlayalı bir sene olacak. Bu bir sene içerisinde 3 yarışa katıldım. Ve bu sene katılmayı planladığım yarışlar var.

3- Şok diyetleri ve gördüğünüz her beslenme önerisini dikkate almayın!


Her gün bunu yerseniz, şunu içerseniz dal gibi olursunuz zırvalıklarını bir yana bırakın. İnternette var olan tüm beslenme çeşitlerini uygulamaya kalkarsanız işin içinde çıkamazsınız. Spor ve beslenmeyi ayrılmaz ikili gibi düşünün. Önemli olan uygulayabileceğiniz bir beslenme düzenine geçiş yapabilmek. Bir anda her şeyi kesip, kendinizi ve işleri yokuşa sürmeyin. Bu ay şeker tüketimimi azaltacağım diye yola çıkın ve ona odaklanın. Sonraki ay daha fazla sebze tüketeceğim diye ekleyin. Birkaç ay sonra mis gibi bir düzeniniz olacak. Ve yavaş yavaş geçiş yaptığınız için, yemememiz gereken şeyleri nasıl hayatınızdan çıkardığınızı anlamayacaksınız bile.  Beslenmeniz düzene girdiğinde sporun etkilerini daha fazla hissedeceksiniz, bu da sizi doğru beslenmede kalmak için motive edecek. Yani gitsin yağlı ve şekerli yiyecekler. Gelsin sıkı ve dinç bir vücut.

4- Hem pastam dursun, hem karnım doysun demeyin. Acı yoksa gelişimde yok. Bunu unutmayın!


Spora başlayanların en çok yakındığı şeylerden biri de kas ağrısı. Kas ağrısı aslında o kasın gerçekten çalıştığının habercisi. Yani güçleneceğinin sinyalini veriyor size. Bu yüzden "ay yok çok ağrıyor" der ve çalışmayı bırakırsanız, o kaslar kendiliğinden gelişmez. Peki kas gelişmesi neden bu kadar önemli? Kaslar güçlenirse, daha fazla yağ yakarsınız. İstediğiniz yağ yakmak ise o kaslara ihtiyacınız var . Bu arada korkmayın. Kaslar balon gibi şişen şeyler değil. Birinci maddede bahsettiğim hesapları takip edip, böyle şişmesin kaslarım demeyin. Onun için ciddi bir efor lazım. 
Bu noktada kendimden örnek vermekte fayda var. Bir senedir düzenli olarak koştuğumdan bahsettim. Ayrıca düzenli squat yapıyorum. Buna rağmen bacaklarımda herhangi bir kalınlaşma söz konusu değil. 

5- Tartıya bağımlı yaşamayın. Kendinize bir mezura alın!

Tartı her zaman sizi doğru yönlendirmez. Ayrıca kilo her şey demek değildir. Önemli olan aynada nasıl gözüktüğünüz. Genellemelerden kurtulun. Boyun bu kadar ise kilon şu kadar olmalı saçmalıklarını takılmayın. Kendinize bir mezura alın. Bel ve basen çevrenizi ölçün. Kas kütleniz arttıkça kilonuz artsa bile daha ince görüneceğiniz gerçeğini unutmayın. Yine kendimden örnek vereyim. 3 ayda bel çevremi 5 cm inceltmeme rağmen kilomda herhangi bir değişiklik olmadı. Yaptığım tek şey karın kaslarımı çalıştırarak bel çevremin sıkılaşmasını sağlamaktı.

6- Hareketlerin doğruluğundan emin olmak için kendi videonuzu veya fotoğraflarınızı çekin! 

Birinin sizi yönlendirmesi sevmiyorsanız ve antrenman sırasında özel bir eğitmen ile çalışmıyorsanız akıllı telefonunuz en büyük yardımcınız olacak. Hareketleri yaptığınız esnada kayıt edip sonrasında izlerseniz, duruş bozukluklarınızın varsa farkına varırsınız. Böylelikle yanlışlarınızı görüp zamanla hareketleri düzgün yaparsınız. Hareketlerin doğru yapılması hem kasın doğru çalışması için önemli, hem de sakatlık riskini ortadan kaldırdığı için yararlı. Ben, birinin beni yönlendirmesini sevmiyorum. Bu yüzden bir eğitmen ile çalışma fikri bana yakın gelmiyor. Kendi kendime denemek beni daha fazla motive ediyor. İlk önce hareketi internetten izliyorum. Sonra deniyorum.Ben ağırlığa, planka ve ip atlamaya ilk başladığımda bu yöntemi kullandım. Oldukça yararını gördüm. Şimdi basit yoga hareketlerine başladım. Aynı yöntemi uyguluyorum. 

7- Değişim için zamana ihtiyacınız olduğunu unutmayın!


Gelelim en sevdiğim maddeye. Herkes çok kısa sürede sporun etkilerini görmeye can atıyor. Lakin işin aslı öyle değil. Kendinizi toprağa dikilmiş bir fidan gibi düşünün. Filizlenmeniz ve çiçek açmanız için her gün sulanmaya, güneş ışığına ihtiyacınız olacak. Dikildikten bir hafta sonra dallanıp budaklanıp, çiçekler acmanızı beklemek aptallık olur.
İşte spor da böyle. Siz önce kaslara gerekli şeyleri vermeli, doğru beslemeli ve çalıştırmalısınız. Sonra zaman içinde kaslarınızın geliştiğine güçlendiğine tanıklık edeceksiniz. Ama unutmayın bu öyle bir haftada olacak bir şey değil. 

Değişim için başlamak ve sürdürebilirlik ilkesini korumak önemli. Yakın zamanda spora başlayacağım lafını rafa kaldırın ve kendinize bir güzellik yapın.
Başlayın! Zamanla ruhunuzda ve bedeninizde yarattığı olumlu etkileri gördükçe sporu bırakmak istemeyeceksiniz.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

4 Mart 2019

Oysaki


Yedi tepeli şehire yakışır bir kıyafet giymeliydim. Üstüme tabiri caizse cuk oturan takım elbisemi çektim. Saçlarımı taradım güzelce. Özenle yerleştirdim şapkamı başıma. Artık tam anlamıyla bir Beyoğlu delikanlısıydım. Tüm heybetimle buradaydım. Görenleri şaşkına çeviriyordum. Yeni hayatıma alışmaya çalışırken, uzaklarda, etekleri suya değen, ince uzun bir kız ilişti gözüme. Zarifliğini, yüzünde var olan hüznü hissedebilmek için yanı başımda olmasına gerek yoktu. Etrafımı saran kalabalıktan kurtulup, gözlerimi bu güzellikle buluşturmayı başardım. Bakışlarıma karşılık olarak önce utangaç bir bakış, ardından tatlı bir tebessüm geldi. Artık daha çok sever olmuştum bu yedi tepeli şehri.

Gel zaman, git zaman; gece, gündüz sadece gözlerimiz buluştu. Duruşumdan, bakışlarımdan etkilendiği haberi çalındı kulağıma. Bunu ilk defa yamacımda sohbet eden esnaftan duydum. Çok seviyormuş fakat denizleri aşmaya gücü yetmiyormuş. Yanıma gelemeyişi bu yüzdenmiş. Her gün aşkımı anlatan şiirler yazdım ona. Gece olup tüm şehir uyuduğunda, sadece benim ve onun ışıkları yanardı. İşte o zaman, esen karayel sayesinde yazdığım şiirleri okurdum ona. O ise martılar ile haber gönderirdi bana. Saçından bir tel, eteklerini ıslatan deniz suyundan bir damla eşlik ederdi martılara.

Etrafım günden güne kalabalıklaşmaya başladı. Binalar ile doldu taştı. Boğuluyordum. Nefes alamıyordum sanki. Beni ayakta tutan tek şey bir gün onunla buluşup, denizin serin sularına ayaklarımı değdirirken, onun için yazdığım şiirleri ona okuyabilme hayaliydi...

Ama olmadı. Her bina beni daha çok uzaklaştırdı ondan. Artık tam anlamıyla göremiyorum onun o ince uzun bedenini. Parmak uçlarıma kalkamıyorum. Sağa sola da eğilemiyorum. Okuduğum şiirler, önüme dikilen o çirkin binalara çarpıp bana geri dönüyor. Karayel bile yardım edemiyor aşkımıza. Beni ondan, onu benden mahrum bıraktılar.

Oysaki kız kulesi de aşıktı bana.
Belki halen aşıktır.
Artık bilemiyorum.
Çünkü göremiyorum.

Bir garip Galata
04.03.2019

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.