Dün gece yatarken yarın güzel bir kahve bahane yazısı yazayım dedim ve ilk paragrafı kafamda yazdım. Yazdım yazmasına da bir yere not almayınca o havalı giriş bir karahindiba misali puf oldu aklımdan uçup gitti. Elimde de böyle saçma sapan bir giriş kaldı.
Evde olmanın vermiş olduğu rahatlıktan mıdır bilinmez, yazmayı devamlı erteliyorum. Hayat, yavaş yavaş normale dönerken bizim şirket bizi geri çağırmama konusunda pek bir istekli. Bu durum benim de işime geliyor açıkcası. Evde çalışmaya alıştım. Hatta daha verimli çalışıyorum. Tek sıkıntım az hareket ediyor olmak. Konforumu bozacak ses yok, sağda solda dolaşan insan yok. Böyle olunca da dur bir kahve molası verip mutfağa kaçayım demiyorum.
Hareketsizlik türlü sıkıntılara gebe. Bunu bir nebze aşabilmek için kendime akıllı saat aldım. Aslında 4 sene önce Mi 2 band almıştım ve çok memnundum kendisinden. Fakat bu sene ekranı neredeyse okunmayacak duruma geldi. Yazıları soluklaştı. Üstüne şarj cihazını da ofiste unutunca yeni bir tane akıllı saat almak için kolları sıvadım. Pahalı olan markalara biraz göz gezdirdim. Telefonumla eşleşsin diye acaba bir Apple watch mı alsam dedim. Sonra ne gerek var o kadar para vermeye diyerek Mi 4 band almaya karar verdim ve aldım. Oldukça yerinde bir karar oldu. İsteklerimi fazlasıyla karşılıyor. Hareketsizlik uyarısını da açtım. Bir saat boyunca yerimde oturunca kolumda titriyor ve hadi kalk biraz yürü diyor. Henüz bisiklet ve koşu özelliğini kullanmadım.
Bir süre spora zorunlu ara vermek zorundayım. Neden mi? Krakow'un taşı toprağı altındır dediler. Ben de dur nasılmış dedim, geçen gün market dönüşü kendimi yerde toprağını öperken buldum. Nasıl oldu diye sorarsanız kaldırımdan mı düştüm, kaldırıma mı takıldım. Hiç emin değilim. Sendeledim, dengem bozulunca hayda gitti yumurtalar diye düşünmeye başlamıştım ki bir baktım yerdeyim. Sol kolum, bileğim ve bacağım ve ayağımdaki sızının yanı sıra 3 yumurta ve toz haline dönen cips paketini ile bu düşüşü tamamladım. Adeta buz patenindeki artistlik hareketler gibiydi düşüşüm. Ayağa kalktığımda da çok güldüm kendime. Hatta sonrasında aklıma geldikçe de güldüm. Az şişlik ve yer yer oluşan morluklarım var şimdi. İşin kötü tarafı sanırım bir süre koşamayacak olmam. Biraz fazla yürüyünce ayağımda ve dizimde bir ağrı oluşuyor. Daha önce bir sakatlığımı göz ardı edip koşmaya devam ettiğimde başıma gelenleri bildiğimden koşmaya hiç yeltenmiyorum. Ayağımdaki ağrı tamamiyle geçsin, o zaman sahalara dönerim.
Dünya değişiyor. İlkimler de değişiyor. Kışın Krakow'a dondurucu soğuklar gelmedi diye sevinirken, şimdi de bir türlü gelmeyen yaz yüzünden üzülüyorum. Sen baharsın bir kendine gel değil mi? Yok nerde. Geçen hafta sürekli esen bir hava, arada bir cee yapıp kaçan güneş ile Mayıs ayını bitirmek üzereyiz. Oysa ki bahar geldi diye, balkonu çiçeklerle doldurmaya başlamıştım. Şimdi akşamları hepsi üşüyordur. Hava bazı geceler 5-6 derece oluyor. Bu güzelim çiçekler ne yapsın!!!
Karantina sürecinde herkes kendini oyalamak için bir şeyler buluyor. Ben de kafayı çiçek alışverişi ile bozmuş durumdayım. Markete her gittiğimde kendimi bahçe reyonunun önüne buluyorum. Bugün sabah, bizim bey gerçeklerle yüzleş artık dedi. Kaç çiçeğin var? Bir saydım, evde bakım bekleyin 41 canlı var. Bunlara maydanozum, nanem, fesleğenim ve domatesim dahil. Her sabah kahvaltıdan sonra, hepsinin halini hatırını soruyorum. Bakımlarını yapıyorum. Onlarla zaman geçirmek hoşuma gidiyor. Hatta tam şu an karşımda duran karanfillerim onlardan bahsettiğimi anlamış gibi, etrafa harika kokular saçıyorlar. Gel de sevme. Olacak iş mi?
Sevmek güzel şey, o yüzden bu sancılı zamanda siz de kendinize sevecek bir şeyler bulun. Evet bu bir yatırım tavsiyesidir. Neye mi yatırım? Tabii ki akıl sağlığınıza.
Şimdilik benden bu kadar. Bir sonraki yazıda görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Sevmeyi de ihmal etmeyin.
✄----------------------------------------------------------------------