29 Eylül 2020

Kahve Bahane #Şükrü Adamı Hasta Etme!



Kahve bahanede bugün ilklerin günü. İlk defa bloggerin yeni ara yüzünü kullanarak bir yazı yazıyorum. Daha önce çizim yaparken dinlediğim müzik listemi dinliyorum. Masada da kahve yerine bol limonlu çay var. 

Sosyal medya hesaplarımda hunharca paylaşım yapmayı bıraktım. Bir baktım ki yazacak şeyler birikiyor. Demek ki blogların katili sosyal medyaymış. Oralarda, yaşadıklarımızı anında paylaşıp tüketiyoruz. Bloga yazacak bir şey kalmıyor. 

Polonya'ya sonbahar geldi. Bu sene yaprakların renk değiştirdiklerine tanıklık edemiyorum. Müsebbibi ise evden çalışıyor olmam. Bu konu da şikayetim yok aslında. Sadece bazen kendimi kaptırıp mesai saatlerini unutuyorum. Bir bakıyorum ki sekiz saatten fazladır masa başındayım. Neredeyse, evden dışarı alışveriş yapmak dışında çıkmıyorum. Havalar soğuduğu için sabah yürüyüşlerimi de askıya aldım. Ama evde spor yapmaya devam ediyorum. Anlayacağınız tam bir ev kuşu oldum. 

Telefonu elimden bırakınca bir baktım ki harıl harıl kitap okumaya başlamışım. Eskiden de okuyordum da şimdi daha fazla vakit harcıyorum. Devamlı defter alıp kullanmaya kıyamıyorum. En sonunda birine kıydım ve kendime alıntılar defteri yaptım. Uzunca bir süredir aklımda Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran-ı Kerim'i okumak vardı. Bu uzun kış gecelerinde bu dörtlüyü okuyacağım. Tabii araya daha kısa okumalar da serpiştireceğim. Bu sene hedefim 55 kitap okumaktı. 45 kitap ile hedefe pek yaklaştım. 

Bugün ilklerin günü demiştim ya bak şimdi aklıma geldi. Bugün ilk defa 2,5 litre su içtim. Ben ki günde bir bardak suyu zor içen insan evladıyım. Bunun benim için nasıl bir başarı olduğunu varın siz düşünün. Her on beş dakikada bir tuvalete gitmemi saymazsak bir sorun yok. Hatta içtikçe içesim de geliyor. Enteresan.

Enteresan demişken, bir önceki kahve bahane yazısında yazmayı unuttuğum ilginç bir anımı kaybolup gitmemesi adına yazmak istiyorum. Ballandıra ballandıra anlattığım tatilde komik bir olayla karşılaştık. Her şey sıcak bir öğlenden sonra, gözümüze kestirdiğimiz bir zirveye doğru emin adımlarla ilerlerken, manzarası güzel olan bir yamaçta soluklanmak için durmamızla başladı. Biz alabildiğine yeşil olan dağları izlerken yanımızda geçmekte olan Polonya'lı bir beyin (Yaklaşık 65 yaşlarındaydı ve 300 metre tırmanışının yarısındaydı kendisi) dzien dobry demesiyle kendimize geldik ve vermiş olduğu selama karşılık vermekte gecikmedik. Sanırım çok güzel dzien dobry demiş olmalıyız ki, bize Lehçe ne kadar daha yolumuzun kaldığı sordu. Biz Lehçeyi az bildiğimizi söyledik. Ve yolun ortasındayız dedik. Beybabaya İngilizce bilip bilmediğini sorduk. Bilmediğini ama Almanca, Çekçe ve Rusça bildiğini söyledi. Biz de o dilleri bilmediğimiz söyleyince ortamda otuz saniye kadar bir sessiz oldu. Sessizliği yine Lehçe olarak sorduğu  nerelisiniz soru kalıbı bozdu. Biz de Türküz dedik. Beybaba bu sefer 15 saniye kadar durakladı ve bize Türkçe " merhaba, nasılsın? " demez mi? Bizde ki şaşkınlık tam anlamıyla geçmemişken bu sefer yanına grubun diğer üyeleri geldi. İki tatlı teyze ve bir beybaba daha. Onlara çabucak bizim Türk olduğumuzu söyleyen esas beybaba son hamlesini yaptı ve bizi şoka uğratacak o cümleyi kurdu. " Şükrü adamı hasta etme!" 
Zakopane'de bir dağın zirvesine tırmanırken duyabileceğim en son ve en saçma kelime kalıbını duydum. İki tatlı teyzeden biri türk dizileri izlediğini söyledi. Beybaba cümleyi doğru kurmanın gazıyla ellerini iki yana açıp daha yüksek sesle repliğini tekrar ederken biz şaşkınlık içinde bakakaldık. Gülüşmeler sonrası güzel dileklerimizi birbirimize sunup yolumuza devam etti. 

Kim mi bu Şükrü? İnanın hiçbir fikrim yok. 


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

24 Eylül 2020

Kahve Bahane # 2 Numara


Neler oluyor? Ya ben çok sık tatile çıkıyorum ya da sadece tatil sonrası Kahve Bahane yazıyorum. Blog tatil yazıları ile dolup taşmış. Hazır tatilden dönmüşken ve iş beni bunaltmaya başlamamışken, ruhumdaki hafifliğin bana eşlik ettiği, az yazılı, bol görselli bir kahve bahane yazısını ile buradayım. 2 numara mı? Onu tatilin sonuna kadar ben de bilmiyordum. Aslında başlık bambaşka ocaktı, gelin görün ki 2 numara kendi adını buraya yazdırmayı sonuna kadar hak etti.

Tatilde herkes memlekete gitti, benden de böyle bir hareket bekleyenler vardı. Fakat duygularıma yenik düşüp, Türkiye yollarına düşmedim. Bu düşmeyeceğim anlamına gelmiyor. Her an bir çılgınlık yapabiliriz. 
 
Burada tatil günlerimi harca harca bitiremiyorum. Bu tatilde de Polonya'da gezelim görelim dedim. Göçmen kuşlar misali sıcağı takip edip güneye indim. Şanslıydım ki tatil sürecince hava pek bir güzeldi. Yarından itibaren soğuyacak ve yağmurlar gelecekmiş. Varsın gelsin.

Polonyanın doğası yemyeşil. Bu yüzden gezmesi de keyifli. Üç farklı durak belirledik kendimize. İlk durağımız nehir kenarıydı. Orada geçirdiğim günler resmen emeklilik simülasyonu gibiydi. Kaldığımız eve babaanne evi adını verdik. Sabah bahçede kahvaltı, sonrasında yakındaki göle gidip güneşlenme sefası, akşam karanlık basmadan yakılan mangal, gece soğuyan hava yüzünden yorganın altına girip izlenilen dizi ile babaanne evi adının hakkı verdi. Orada kaldığım sürede bir kitabı bitirdim. Bir diğerini de yarıladım. Ayrıca kendimi erken emekli edip, Dikili'de böyle bir hayatı yaşamanın hayalini kurup durdum.






İkinci durağımız ise göl kenarında bir otel odasıydı. Sabah perdeyi açıp göl manzarası ile karşılaşmak, göl kenarında yapılan gezi, yine fütursuzca kitap okuma seansları ile iki gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Göl evi diye bir film vardı. Posta kutusunda gelen mektuplar üzerine şekillenen bir film. Nedense orada olduğum süre boyunca aklıma gelip durdu.





Son durak ise dağlar oldu. Beş sene sonunda Zakopane'ye adım attım. Balkonundan dere sesini duyabildiğim, ağaçlar arasında yer alan bir konakta kaldık. Birinci gün 300 metre ve ikinci gün 500 metre tırmanışların yer aldığı uzunca yürüşler sonra oluşan tatlı yorgunluk, yürüdüğüm ormanda tüm uyarılarda bolca yer alan, göremediğim fakat sesini duyabildiğim ayılara rağmen sağ salim geri dönmenin huzuru, meşhur ters evin içerisinde geçirdiğim eğlenceli dakikalar ve gece soğuğu ile boğuşmanın verdiği sersemlik ile bir tatili daha tamamladım. 













Tatil tam anlamıyla bir arınma oldu benim için. Sekiz günde dört kitap okudum. Bu süre zarfında hiçbir sosyal medya hesabıma bakmadım. Telefonu hava durumunu kontrol etmek için kullandım. Bir de anneme ve kardeşlerime iyi olduğumu haber vermek için ara ara yazdım. Ve fark ettim ki hiçbir şey kaybetmemişim.



Basılı kitaplarım ve tatilim bitti. Ama durun yazı henüz bitmedi. Şimdi neden başlığın 2 numara olduğunu açıklama zamanı. Konakladığımız her yerde, babaanne evinin numarası da dahil olmak üzere, oda numaramız ikiydi. İşte bu yüzden bu yazı 2 numara olmayı hak etti.

Şimdilik benden bu kadar, artık sosyal medya hesaplarını daha az kullanıp, daha çok blog yazısı yazmaya karar verdim. Bu karınca nerelerde? Neler yapıyor diye merak ederseniz, bloga uğramayı, uğramışken de selam vermeyi ihmal etmeyin.

Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşmek üzere şen ve esen kalın. Elinizdeki telefonlara dalıp etrafınızdaki güzelleli kaçırmayın. Benden söylemesi.
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.