25 Kasım 2019

Kahve Bahane #54


16 Nisan 2017 tarihinde karar vermişim Kahve Bahane demeye. O zamandan bu zamana kah sevinçlerimi, üzüntülerimi kah heyecanlarımı, beklentilerimi yazdım. 2019 yılının sonlarına doğru acaba yeni yılda da yazmaya devam etmeli mi yoksa yeni bir seri mi başlatmalı sorusu geliyor aklıma. Bakalım önümde karar vermek için en azından bir ay daha var.

Zaman yine geçti gitti. Çocukken 2020'li yıllarda uçan arabalar olacağını zannederdik. Gerçek hiç de öyle olmadı. Biz yine ulaşımı otobüslerle, uçamayan arabalarla sağlıyoruz. Arabalar uçar mı, uçması iyi mi olur, kötü mü? orası tartışılır. İçinde bulunduğumuz zamanda gelişim kaplumbağa hızıyla ilerlerken, şimdi de Mars adlı bir dizide 2042 yılında insanoğlunun Mars'a yerleşme macerası izliyorum. Ve yine aklıma o soru. 2020 yılında uçan arabalar yoksa 2042 yılında da Mars'a yolculuk olmayacak mı?

2042 benim için kritik bir yıl. Ölmez sağ kalırsam, masa başında sekiz saat geçirmeye tahammül edebilirsem, o yıl emekli olacağım. Eee o zaman emekli paramla bir Mars'a gider gelirim değil mi? Belki de hiç geri gelmem. Orada kalırım.

Şimdilerde gidip geldiğim tek yer ofis. Kasım ayıdır, soğuktur demedim geçen hafta bisikletimle gittim işe. Böylelikle hayatımda bir ilki daha gerçekleştirmiş oldum. İki derecede bisiklet kullandım. Ben ki hava 18 derecenin altına düşünce isyan eden, donan insanım. Ve şimdi geldiğim noktaya bakın.

İnsan yaşadığı ortama ayak uyduruyor. Bu net. Bu yüzden, ben hayatta orada, burada yaşayamam demeyin. Oluyor hem de bal gibi oluyor. Bir inkar evresi var; o evreyi geçirdikten sonra kabulleniş başlıyor. Sonrası da ver elini iki derecede bisiklet yolları. İş yerinde sekiz saatten geri sayıyorum. Bitse de bisikletimle dönüş yoluna düşsem diye. Kış olduğu için hava erkenden kararıyor. Karanlıkta bisiklet sürmenin keyfi ayrı oluyor. Demem o ki nereden tutarsan tut mutluluk, nereden tutarsan tut huzur.

Yazı geldi huzur ve mutluluğa dayandı. Bunda sürülen yolların ve akşam yapılan sporun etkisi büyük. Aklıma farklı şeyler gelip, yazı olumsuzluğa evrilmeden son verme zamanı. Bu da  böyle olsun.
Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalmayı ihmal etmeyin.
Sevgiler.
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

10 Kasım 2019

Ah be Çocuk


Ansızın çalan telefonları sevmem hiç. Belki de bu yüzden telefonunum sesi hep kısıktır. Ben canım istediğinde bakarım telefonun ekranına. Bazen gelen mesajlara geç döndüğüm için kızarlar bana veya gönül koyarlar. Yazılarları saatler sonra okurum çoğu zaman.

Bugün güne güzel başlamıştım. Sabah sporumu yaptım. Spor sonrası enfes bir kahvaltı hazırladım. Hava yağmurlu, her yer kapalı olduğundan; kitabımı alıp bir kafeye gittim. Gittiğim kafede de telefon çekmiyordu. Bir şeye bakmak için telefonu kafenin internetine bağladım. İşte o anda ekrana bir mesaj düştü. Abla nasılsın? Nerdesin? diye. Biraz tedirgin etmişti bu mesaj beni. Kız kardeşimle her gün yazışıyoruz ama bu sefer yazan erkek kardeşimdi. Onunla öyle sık sık yazışmayız biz. Zaten yazım tarzından da bir şeyler olduğunu anlamıştım. İyiyim kafede oturuyorum dedim. Sana kötü bir haberim var ve benden duy istedim dedi. Ne oldu acaba diye düşünürken, çocukluk arkadaşım hayatını kaybetti, intihar etti diye yazdı. Okuduğumda ilk önce inanamadım. Nasıl yani dedim. Dün oldu, Boğaz köprüsünden atlamış dedi. Bir anda çocukluğuma döndüm. Aramızda altı yaş var. Ben onun da Yasemin ablasıydım. Tüm yaramazlıklarına tanıklık etmiştim. Bir anda sesi çınladı kulaklarımda. Büyümüş, koca adam olmuştu en son görüştüğümüzde. Şimdi ise bir hastane morgunda otopsi için bekliyordu cansız bedeni. İçim cız etti. Gözlerimden akan yaşları durduramadım uzunca bir süre. Boğazım düğümlendi. Gencecik bir hayat sönüp gitmişti. Sebebi ne olursa olsun böyle bitmemeliydi.

Akıl ve yaşam bir pamuk ipliğine bağlı. O ipliği koparıp hayata gözlerinizi yumduğunuzda geride sizi tanıyanların canı çok ama çok acıyor. Sadece ah be diyorsunuz. Ah be çocuk!

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

9 Kasım 2019

Kahve Bahane #53


Bol köpüklü bir türk kahvesi eşliğinde yazılsaydı bu yazı, eminim daha derin daha uzun olurdu. Hele bir sohbet etmeye başlayayım; (sonuçta kahve bahanenin önceliği kahve içmek değil sohbet etmek) belki yazının ortalarına doğru kendime bir bardak kahve hazırlarım.

Hazırlanmak, hazırlamak; yaşamın süregittiğinin göstergesi. Kendi ahenginde akarken hayat ben de bazen akıntıya kendimi bırakıyorum, çoğu zaman isyan ediyorum ve ters yöne yüzmeye çalışıyorum, nadiren de olsa su üstünde durmaktan yorulup dibe batıyorum. Sanırım bunun adına yaşam diyorlar.

Geçenlerde, uzun bir zamanın ardında resim çizdiğim arkadaşımla buluştum ve yarım kalan sanat eserlerimizi (en azından bizim için öyleler) tamamladık. Bir yandan çizdik bir yandan da sohbet ettik. Sohbetin konusu memnun olmaya geldi. Arkadaşım kadınların neredeyse çoğu zaman bir memnuniyetsizlikleri olduğu söyledi. Durdum düşündüm. Gerçekten de öyle. Her zaman şikayet edecek bir şeyler bulabilme konusunda biz kadınlardan iyisi yok. Derin sohbete kahvelerimiz eşlik etti. Resimlerimizi tamamladıktan sonra bir sonraki buluşmada renkli kalemlerimizle bir şeyler karalama kararı aldık ve ayrıldık. Böylelikle rutin hayatımızı azıcık da olsa hareketlendirmiş olacağız.


Hareket demişken yeniden spora başladım ben. Bu sefer haftanın dört günü gidiyorum. Üçüncü haftayı geride bıraktım. Spor candır derken hiç mübalağa etmiyorum. Nasıl iyi geliyor bana anlatamam. Ne iş stresi kalıyor ne de baş ağrısı. Geceleri daha kolay uyuyorum. Spor sonrası kendimi daha dinç hissediyorum. Bundan iyisi şamda kayısı...

Şam'a değil fakat Antep'te bir köy okulunun kitaplığına kitap aldım geçenlerde. Denk geldiğiniz mi bilmiyorum bir tanıtım yazısı yayınlamıştım. İşte o yazıdan elde ettiğim geliri böyle değerlendirdim. Umudum bir çocuk bile olsa okuma sevgisini o küçük yüreğine düşürebilmek.

Hazır konu çocuklardan açılmışken geçenlerde blogların yapmış olduğu bir mimden bahsetmek istiyorum. 10 yaşına bir mektup yazacak olsan nasıl olurdu gibi bir başlığa sahip. Denk geldikçe kim kendine nasıl bir mektup yazmış diye okuyorum. Geçen hafta da koşu bandında koşarken aklıma geldi. Acaba ben kendime bir mektup yazsam nasıl olurdu diye düşündüm. Pek iç acıcı şeyler yazmayacağımı anladım ve boş ver Yasemin eğer onları yaşamamış olsaydın belki de sen, sen olmayacaktın dedim. Mimi yazmadan rafa kaldırdım.

Benim aklıma koşarken çok şey geliyor. O an kağıda dökebilsem enteresan hikayeler çıkabilir ortaya. Geçen gece de tam uykuya dalıyorken yazacağım kitabın giriş paragrafı geldi aklıma. Fakat üşendiğim için bir yere not almadım. Sabah kalktığımda ise kurduğum cümlelerin bir çoğunu anımsayamadım. İşte tembellik kötü bir şey. Şimdi bekle dur ki o ilham perisi yeniden gelsin de kulağına fısıldasın.

Yazacağım kitabın dediysem öyle büyük boylu bir hayalim yok. Yazdığım mikro öykülerimi, blogda zamandan bağımsız yazdığım (Seni Sen Yapan Sevdiğin Şeyler, Sil Baştan, Ben Küçükken tarzında) yazılarımı bir kitapta toplamayı istiyorum. Sonra o kitabı bastırıp sahaflara vereceğim. Günü birinde, bir kitap sever tozlu kitaplar arasıdan belki benim kitabımı alır. Hoş olmaz mı?
Bence çok hoş olur.



✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

7 Kasım 2019

Ne Umdum Ne Buldum #Ekim


Kasım ayının ortasına doğru yol alırken bu Ekim yazısı nereden mi çıktı? Ekim ayı tüm verimsiziliği ile geçti gitti. O kadar verimsizdi ki ne umdum ne buldum demek bile bu zamana kaldı. Geç oldu. Bir söz var, gelirsen Ekime kadar gelmezsen ..... diye devam eder. Tövbe bak ağzımı bile bozdurdu bana. Böyle gelecekse bu Ekim hiç gelmesin daha iyi.

Her şeyin başı hava. Evet yanlış okumadın sevgili okuyucu. Çünkü havalar bozulunca bizim sağlıklar da bozuluyor burada.

Ekim ayından güzel bir hava ummadım. Ummadığımı da buldum. Havalar kötüleşti. Kötüleşen havaların neticesinde hasta oldum. İlaç içersem bir haftada geçecek olan hastalığımı; ıhlamur, limon ve bal üçlüsü ile yedi günde atlattım. Gitti mi bir hafta! Kaldı sana üç hafta. Bunun son haftası da iş yoğunluğuyla geçti. Kaldı sana iki hafta.

Bu iki hafta da üstünüze afiyet biraz tembeldim. Hastalıktan çıkış, havalara alışma telaşı, otobüsle işe gitmenin huzursuzluğu derken, ay sonu bir baktım kayda değer hiçbir şey yapmamışım.

Topu topu ( aslında buraya hepi topu yazacaktım. Fakat TDK yoo Yasemin onun doğrusu topu topu dedi) 2 kitap okudum. Aslında bu sayının azlığını mazur gösterecek bir sebebim var. Telefona indirdiğim birkaç uygulamadan makale okuyorum. Kitap okumaya ayırdığım zamanı makale okumaya harcayınca böyle oldu.

Yazının başlarında her şeyin başı hava dedim ya buna bir de huzuru eklemek lazım. Ekim ayının son haftası iş yerinde de keyfimi kaçırdılar. Burada uzun uzadıya anlatılacak şeyler değil. Sadece sinek küçüktür ama mide bulandırır yazayım, gerisini siz anlayın.

Velhasılıkelam, ben bu Ekim ayını hiç sevmedim. Böyle geleceksen gelme iki gözüm.

Sevilmiyorsun.




✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.