25 Şubat 2020

Kahve Bahane #Kinik


Gelmeyen kış, hızlıca geçen bir Şubat ayı, tembel bir Yasemin ve sonunda yazılmayı başarabilmiş bir kahve bahane. O cephede bu aralar neler oluyor derseniz, özeti işte bu. Çok isterdim işin özünde kinizm var demeyi. Fakat öyle değil. Yine dünyevi zevklerin peşinde sürüklenip gidiyorum. Para karşılığı, zamanımın büyük bir bölümü sattığım şirkete gidip gelmek dışında kendime ayırabildiğim vakitler sınırlı artık. Bunda yeni bir eve taşınma telaşı en büyük etken. Bir parçam taşınacağım evde, diğeri de şu an yaşadığım evde. Geçen akşam çizim yapmak istedim. Sonra fark ettim ki boya kalemlerim burada, kağıtlarım yeni evde. Son iki, hadi bilemedim üç hafta sonra bu parca pincik yaşama bitmiş olacak.

Yavaş ve akış. Sanırım Polonya'nın bana öğrettiği iki yeni kavram. Çünkü burada tüm işler yavaş işliyor. Bir hizmet alacaksanız en az bir hafta beklemek zorundasınız. Akışı bozmanıza, ama olur mu böyle benim acelem var demenize müsade yok. Türkiye'de bu işler tam tersidir. Bir mağazaya gidip bir şey almak istediğinizde, başka bir yere gitmemeniz ve ürünü, hizmeti satmak için ne yapacaklarını şaşırırlar. İşte burada durum tam tersi. Altı üstü bir korniş taktırmak istedim. Ölçü almak için sizi ararız demelerinin üstünden beş gün geçti. Ölçüyü aldıktan sonra da takmamız üç haftayı bulur dediler. Şimdi hangisi iyi hangisi kötü bilemedim. Her şey dozunda güzel.

Dozu ayarlamak yaşam kalitesini arttıran en büyük etkenlerden biri. Bu ay kitap okuma zamanımı bir doz arttırıp, internette vakit geçirdiğim zamanı bir doz düşürdüm. Çok da isabetli bir karar verdiğimi ay sonu değerlendirme yazısında göreceksiniz. Bazen tüm gemileri yakıp, tüm sosyal medya hesaplarını kapatıp, sadece blog ile yola devam etmelimiyim diye düşünmüyor değilim. Biz buna öze dönüş diyoruz sanırım.

Her şey bu blogla başladı. Araya ne kadar farklı platformlar girse de burada yazdığım zamanlarda aldığım hazzı hiçbir yerde bulamıyorum. Bazen neden youtube için içerik üretmiyorsun diyorlar. Birçok blogger ve içerik üreticisi artık oralarda. İnsanlar yazmaktan uzaklaşıyor. Bununla ilgili bir video izledim bugün. Yazmadığımız, not almadığımız ve artık bilgiye erişimimizin daha kolay olduğu için bilgi değerini kaybediyor ve aklımızda kalmıyor. Bilgiye erişim kolaylaşa bile beynimizi ne denli çalıştırdığı tartışma konusu.

İşleyen demir misali. Beyini çalıştırmazsan zamanla tabiri caiz ise bir Oblomov'a dönüşüyor. Oblomov'a dönüşen beyin, bugün yaparım, aman olmadı yarın yaparım hiç olmadı haftaya yaparım tadında takılıyor. Sonra skor tahtasında düşünceler hanesine milyonlar yazılırken yapılanlar hanesi hep sıfırda kalıyor. Arada bir, yaklaşık yarım saat önce benim de yaptığım gibi içimizdeki Oblomov'u dürtmek lazım. Yok öyle ekmek elden su gölden yaşamak.

Ben benimkini dürttüm ve kahve bahane demeyi başardım. Darısı yazmak isteyip de yazamayanların başına. O zaman bir klasik haline gelen kapanış sözü ile yazımı sonlandırma zamanıdır diyorum.

Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın.
Kendinize gülümsemeyi unutmayın.
Sevgiler.
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

12 Şubat 2020

Kahve Bahane #Dondurma


İnceldiği yerden kopsun! Bir haftadır hasta olup olmamak arasında gidip gelirken, bir yandan da canım deliler gibi dondurma çekiyordu. Bu akşam, çok değil tam beş dakika önce, derin dondurucuda zor günler için sakladığım çilekli dondurmayı ellerimin arasına aldım. Şimdi bir yandan dondurmayı kaşıklarken bir yandan da kahve bahane yazısını yazıyorum. Değmeyin keyfime. Kısa bir kahve bahane yazısı sizi bekliyor.

Keyif demişken, bir işe girişip, yüzüp yüzüp kuyruğuna gelince insanda oluşan mutluluk hissi geldi aklıma. İnsanın kendine aferin demeyi keşfetmesi lazım. Şımartması lazım kendini. Benim de kendime aferin dememe çok az kaldı.

Zamanı daralan bir başka durum ise beş senedir yaşadığım evdeki son günlerim. Yine bir taşınma telaşı içindeyim. İşten eve gelip eşyaları istifliyorum. Ev hayli dağınık, sağda solda koliler var. Hafta sonları da taşınacağımız evin eksikleri için alışverişe gidiyorum. Dur durak bilmeden tam bir karınca gibi çalışıyorum. Bu taşınma işi bitince on iki sene içerisinde dört kez taşınmış olacağım. Şimdi tek hayalim, evde kahve bahane yazma köşesi olarak gözüme kestirdiğim yerde, keyif kahvemi yudumlayıp yeni yazılar yazmak.

Yuvam dediğim her yeri fazlasıyla benimsiyorum. Sonra oradan ayrılma vakti gelince biraz buruklaştığımı itiraf etmeliyim. Bu yaşam alanımda evin altında var olan spor salonunu çok özleyeceğim de aşikar. Burada şirketler çalışanları spor yapsın diye bir kart veriyorlar. Anlaşması (neredeyse şehirdeki her spor salonunda geçerli) olan bu karta başvurdum. Öyle pıt diye salona gitme günlerim anılarda kalacak artık. Yeni evin yakınlarında bir salon var. Bakalım, umarım çok kalabalık olmaz. Neyse ki önümüz bahar ve yaz. Salona gidemesem de bol bol koşarım.

Bu sene enteresan bir şekilde kış gelmedi Polonya'ya. Kar görmedik. Soğuk günlerin sayısı geçen senelere oranla yok denecek kadar az. Polonyalılar şaşkın, Yasemin mutlu. Polonyalılar kar tatillerinde kayak yapamadıkları için kızgın, Yasemin üşümediği için keyifli. İşte böyle yuvarlanıp gidiyoruz.
✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

6 Şubat 2020

Akis #Kara Orman


Bu satırlar okunduğunda, okuyucunun gözünde Bir Tutam Karınca'nın aksi belirecek. O yüzden bu serinin adını Akis koymaya karar verdim. Bu kararı verirken oldukça zorlandım. Mesela Kahve Bahane demek çok kolay olmuştu. Ne Umdum Ne Buldum demek de öyle. Sırada, bana genelde sorulan fakat blogda sıklıkla yer vermediğim konuları içeren bir seri oluşturma fikri var. Bu yazı onun tohumu olsun. Eğer vaktim ve enerjim yeterli gelirse, o tohumu büyütüp bir ağaç yaparım belki. Kim bilir?

Peki neden Akis? Akisin kelime anlamı ne? Yoksa bu kız akış yazacağı yerde Akis mi yazdı? soruları kafanızı yazı bitene kadar meşgul etmesin diye kısa bir açıklama yapmak boynumum borcu.

Akis, yansıma demek; mecazi olarak da bir şeyin başka bir şey üzerinde yarattığı etki demek. Bu yazının içeriğiyle oldukça uyumlu olacağından bilerek ve isteyerek Akis dedim. Geçirdiğim bir ay içerisinde okuduğum, izlediğim ve dinlediğim şeylerin bende bıraktığı etkileri okuyacaksınız. İşte bu yüzden Akis.

Neler Okudum?

Ocak ayı okuma açısından verimliydi. Dört kitap okudum. iki kitabı da yarıladım. Neden iki kitap? Çünkü biri e-okuyucumda diğer ise telefonumda. Kindle yanımda olmayınca telefondaki kitabı okuyorum. 

1- Altıncı Koğuş - Anton Çehov

Çehov şahsına münhasır bir yazar. Bu kitabında bizi elimizden tutup bir akıl hastahanesinin koğuşuna götürüyor. Bir solukta okunan, dialogları ile sizi düşüncelere sevk edebilicek bir kitap. Ben keyifle okudum. 

2- Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati ( Dirk Gently Serisi) - Dougls Adams

Ahhh Dirk Gently ahh. Senin akıl sır ermez maceralarını okumak ayrı bir keyif. Bu sefer işin içinde tanrılar da vardı. Dougls Adams diyince akla Otostopçunun Galaksi Rehberi geliyor değil mi? Aslında bu kitap da en az onun kadar iyi.

3- Değişen Kafalar (Bir Hint Efsanesi ) - Thomas Mann 

Bu ay okuduğum en ilginç kitap bu olabilir. İlk defa bir Hint Efsanesi okudum. Konusu ve akıcılığı ile uzun süre aklımda kalmayı başaracak. Bize tamamen farklı bir kültürün efsanesini okumak farklı ve güzel bir deneyimdi.

4- Godot'u Beklerken - Samuel Beckett

Ay kapanışını bir tiyatro eseri ile yapayım dedim. Evet Godot ünlü, Godot herkesin aklına farklı şeyler getiriyor ama bir kitap olarak okununca pek bir akıcığı yok. Ben oyun okumayı çok severim. Hatta sesli okurum. Her karakter için ses tonumu değiştiririm. Fakat bu kitapta o tınıyı bir türlü yakalayamadım. 

Neler İzledim?

Ocak ayında Netflix ile oldukça haşır neşirdim. Açılışı The Witcher ile yaptım. Geralt'ın karizmasına, Yennefer'in de boş bakışlarına diyecek bir sözüm yok. Polonya'lı yazar tarafından yazılan, ilk önce oyuna uyarlanan ve sonrası dizisi çekilen The Witcher, buralarda oldukça popüler. Yanılmıyorsam sezon sonu bölümünde (belki bir önceki bölümde olabilir) dizinin bir kısmını Krakow'un yakınlarında var olan Ogrodzieniec Castle'da çekildi.

The Witcher biter bitmez, herkesin ilgisini cezbeden Atiye ile seyir keyfine devam ettim. Kurgusu farklı olan dizileri seviyorum. İzlerken biraz tırstığımı da itiraf etmeliyim. Umarım ikinci sezonda konu gelip uzaylılara dayanır. Böyle bir beklentim var. Fantastikten bilim kurguya geçiş yapsa güzel olmaz mı? Bence olur.

Dizilerin yanı sıra, bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine, vegan beslenme şeklini destekleyen What The Health aslı belgeseli izledim. Belgesel, sağlığımızın aslında hiç de güvende olmadığını gözler önüne seren, yok artık dedirten bilgiler ile dolu. Belgeseli izlerken zeytin candır dedim. Eğer siz de benim gibi kahvaltı yapmayı sevenlerdenseniz belgeseli izledikten sonra ne demek istediğimi anlayacaksınız. Neler izledim kısmı böyle. Televizyon ile pek içli dışlı olmayan biri için oldukça hareketli bir ay geçirdiğimi söyleyebilirim.

Neler Dinledim? 

Müzik dinlemeyi oldum olası severim. İş yerinde kulağımda devamlı bir kulaklık var. Çalışırken inceden inceden kulağımda melodilerin dolaşmasını seviyorum. Son bir haftadır sıklıkla Göksel dinliyorum. Ben böyleyim, bir sanatçı geliyor aklıma, sonra tüm gün onu dinliyorum. Göksel'in hareketleri parçaları ile hesap kitap yapmak oldukça keyifli. 
Göksel dışında oynadığım oyunun (Divinity Orginal Sin 2) soundtracklarını dinledim. Oyun müziklerini dinlemek güzel oluyor. 
Bazı sabahlar da aklımda bir parça ile uyanıyorum. Yol boyu kafamın içinde çalıp duruyor. İşe gider gitmez açıp dinliyorum. Bu ay aklıma düşen parça Sezen yorumu ile Ne Haber Aşktan oldu.
Ocak ayının kahramanı Melike Şahin yorumu  ile Kara Orman oldu. O kadar çok dinledim ki; blog yazısının başlığında yer almayı hak etti. 

İşte böyle. Bir Tutam Karınca'nın hayatından bu ay bunlar geldi, geçti.
Şimdi bir sonraki yazıda görüşünceye kadar şen ve esin kalın deme zamanı. 
Kendinize iyi geçinmeyi ihmal etmeyin.
Sevgiler.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.