26 Ağustos 2020

Kahve Bahane #Tatilin Daniskası



Bu yazının tatilin daniskası başlığı altında kaleme alınmasının pek de anlamlı bir nedeni var. Tatilin detaylarına geçmeden, başlığa neden tatilin daniskası yazdığımı açıklamak boynumun borcu.


Vakti zamanında, Baltık denizi kıyısında, bir limanlar kenti varmış. Halen de var. O zamanlar ismi Danzig olan bu şehir Almanların himayesindeymiş. II. Dünya Savaşı sonrasında şehrin kaderi değişmiş ve Polonya'ya bağlanmış. Günümüzde ise biz bu şehre Gdansk diyoruz.

Akan zaman içinde, Danzig Gdansk'a evrimleşmiş olsa bile bize bir tabir armağan etmeyi ihmal etmedi. Evet, halk ağzında "Daniska" diye tabir ettiğimiz yer aslında bir şehir ismi. Türk Dil Kurumu'na göre; ala, en güzeli, en iyisi demek. Bu durumdan enişteniz sayesinde haberdar oldum ve üstüne bir araştırma yaptım. Bizim kelime darağacımıza girmesiyle ilgili okuduğum bir rivayet ise tam olarak şöyle;

Eskiden, Almanya'dan Danzig yoluyla gelen ürünlerin üstünde Danzig markası bulunurdu. Kaliteli olan bu malların üzerinde yer alan damgalardan dolayı halk arasında o üründen bahsedilirken "Danzig damgası varsa en iyisidir" olarak anılmaya başlıyor. Gel zaman, git zaman halk arasında bir eşyanın kalitesiden bahsedilirken "onun daniskası budur, şurada bulunur" denmesiyle yeni bir tabir ortaya çıkıyor. Böylece bu tabir günümüze kadar gelmeyi başarıyor. Biz de bundan mütevellit bir şeyin en güzeli demek yerine daniskası demeyi tercih ediyoruz. Boynumun borcu olan açıklamayı yaptığıma göre; tatilin daniskasını anlatabilirim. Çünkü bu sefer istikamet eskilerin Danzig'i günümüzün Gdansk'ıydı.

Malum, korona yüzünden yerimizden kıpırdayamaz olduk bu sene. Hal böyle olunca mini bir tur ile yaşadığım ülkeyi tanıyalım ilkesiyle yola çıktım. Açıkcası bu tatil kısa olmasına rağmen ruhuma çok iyi geldi. Tatile dair tek pişmanlığım ise daha uzun kalmamış olmamız.

Arabayla gidilen, üç buçuk saat süren yol sonrası, Varşova'da bir mola vererek bir sene sonrasında yediğim lahmacun hakkında uzun uzadıya yazabilirim. Fakat niyetim kimseyi sıkmak değil. Bunun yerine Varşova hakkında bir iki kelam edeyim. Ben Varşova'yı pek sevmem. Böyle bir Ankara havası var. Nazilerin hışmına uğrayan şehirde eski yapı görmek pek mümkün değil. Old Town dedikleri yeri sonradan inşa etmişler fakat yine de Krakow'daki binaların ruhu yok. Şimdi ise eğri oturup doğru konuşma zamanı. Varşova büyük bir şehir ve bu sefer sokaklarında gezerken büyük bir şehirde gezmeyi özlediğimi hissettim. Ayrıca Krakow'da hiç göremediğim serceler Varşova'yı mesken tutmuş durumda. Sokak kedileri olmayınca, hepsi uçmak yerine yürümeyi tercih ediyor. Kısa süreliğine her şey iyi hoştu da uzun uzadıya kalsam nasıl hissederdim bu bir muamma.





Yol üstünde yine yeniden bir kale gezdim. Malbork kalesi pek bir meşhur. Aslında Malbork hakkında ayrı bir blog yazısı yazıp yazmak üzerine biraz düşündüm. Ama gezinin bir parçası olduğu için buraya yazmanın daha anlamı olacağına karar verdim. Unesco Dünya Mirasları Listesinde olan Malbork kalesi klasik Orta Çağ mimarisine sahip dünyanın en büyük tuğla kalesi. İhtişamı ile gerçekten göz dolduruyor. Gelin görün ki Naziler bu güzelim kaleyi de bombalıyorlar. Ve oldukça hasar alıyor. Sonrasında aslına uygun olarak restore ediliyor. Burada kalenin şansı Türkiye'de olmaması. Bizde ki tarihi eserleri ne hale getirdikleri malum. Kalenin içinde gezerken Orta Çağ havasını solumak harikaydı. Bazı yerlerde kendimi Game of Thrones setinde hissettim. Malbork'da geçirdiğim iki saat sonrası istikamet Danzig yani Gdansk'tı.




Gdansk beni kendine hayran bırakan ikinci Polonya şehri oldu. İlki tabii ki Krakow. Gdansk'ın bir artısı denizinin olması. Hatta daha önce giden arkadaşım "sen orayı gördükten sonra oraya taşınmaya bile karar verebilirsin" dedi. Ben de bir sene sonra deniz görecek olmanın heyecanıyla gittim. Ve şanslıydım ki hava çok güzeldi. Denizi görmekle kalmadım üstüne üstlük denize girdim. Böylelikle Karadeniz, Akdeniz, Ege Denizi, Adriyatik, Kuzey Atlas Okyanusu, Basra Körfezinden sonra ayağımı Baltık Denizine de değdirmiş oldum. Gdansk'a taşınma konusu, harika sokaklarında gezerken ara sıra aklıma geldi gelmesi de kışın Krakow'dan soğuk olacağı gerçeği ile aklıma gelen düşünce anında yok oldu.








Gdansk'a akşam dolaşırken, hep filmlerde gördüğüm o ışıklı atlı karıncaya rastladım. İlk defa yakından gördüm. Masal gibiydi gerçekten.



Gdansk'a kadar gitmişken ünü her yere yayılan Sopot'ta yer alan yamuk evi de ziyaret ettim. Ev tam bir hayal kırıklığıydı benim için. Costa'nın orada ne işi vardı. Anlamış değilim. Sopot beni genel anlamda şaşırttı. Ben kendi halinde bir yer beklerken, bir tatil beldesiyle karşılaştım. Kendimi Çeşme'de gibi hissettim. Meydanı, plaja giden insanları ile tam bir yazlıkçı yeri. Giderken hiç öyle bir yer hayal etmemiştim. Yamuk evi görüp geri döneriz derken, tüm günümü kumların üstünde güneşlenerek geçirdim.





İki günlük deniz sefasından sonra eve döndüm. Dönerken de pek bir söylendim. Polonya'da şehirler arası yollar pek güzel değil. Yapılan yol çalışmaları yüzünden araba sürmek keyifli bir aktiviteden çıkıp bir çileye evrimleşiyor. Neyse ki kazasız belasız Krakow'a ulaştık. Şimdi, yeni tatillerin, yeni maceraların hayali ile sayılarla boğuşmaya, evden çalışmaya devam. Çalışmadan olmuyor.




Bu sefer farklı bir kahve bahane yazısı oldu. Nadiren de olsa tüm yazıda bir bütünlük mevcut. Yakında, pek yakında klasikleşmiş tarzda bir kahve bahane yazısında görüşmek üzere;
Şimdilik şen ve esen kalın. Aynaya bakarken kendinize gülümsemeyi ihmal etmeyin.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

18 Ağustos 2020

Kahve Bahane #Sosyopix


Daha önce kahve bahane yazımda fotoğraflarımı bastırmak istediğimi yazmıştım. Arayı soğutmadan bu isteğimi eyleme döktüm. Türkiye'de yaşarken bir kez sipariş verdiğim ve hizmetinden memnun kaldığım Sosyopix adlı site sayesinde artık ben de anılarıma dokunuyorum.

Hayatımıza akıllı telefonlar girdiğinden beri fotoğraflar hafıza kartlarına sıkıştı kaldı. Oysa ki anılara dokunmak kadar güzel bir şey yok. Telefon değiştirince fotoğrafları oradan oraya taşıma derdi yok. Yanlışlıkla sil tuşuna basıp, ahlanıp vahlanmak yok. Albümlerdeki fotoğraflar bana her zaman daha anlamlı geliyor nedense.

Şimdi gelin sizi Sosyopix'in harika ürünleri ile tanıştırayım. İşin en güzel yanı ise tüm fotoğraflarımı 3 gün içinde Polonya'ya göndermiş olmaları. Yurt dışında yaşananlar için bence bu bulunmaz bir nimet. Sorunsuz ve bu kadar hızlı gelmesi ince ama harika bir detay değil mi?

Daha önce siteden sevgili kutusu adlı paketi satın almıştım. Odamın her yerinde bu fotoğraflar var. Çünkü paketin içinden çok cici minik kalp mandallar çıkıyor. Fotoğrafları mandal ile sağa sola iliştirmek çok eğlenceli.

Bu sefer dört farklı ürün siparişi verdim. Klasik kartlar, Kare kartlar, Klasik magnetler ve Büyük anı kitabı. Hepsinden bahsetmek istiyorum. En sonunda da favorim hangisi onu yazarım.



Klasik kartlar; eskilerden fotoğraf makinemizle çektiğimiz ve bastırdığımız fotoğraflarların aynısı. Adı üstünde klasik kartlar. Ben bu sefer tüm ürünlerde parlak baskıyı seçtim. Önceki siparişimde verdiğim mat baskıdan daha güzel olduğunu itiraf etmeliyim.

Kare Kartlar; klasik kartlar gibi. Tek farkı küçük ve kare olması. Ben anı kitabına eklerim ve masa üstü tutucularda kullanırım diye bu boyutu seçtim.


Klasik Magnetler; İşte bu bir harika. Tatile gittiğinizde magnet almaktan vazgeçin. Ben vazgeçtim mesela. Onun yerine tatilde çektiğiniz fotoğrafları magnet olarak bastırıp dolaba asın. Ben öyle yaptım. Şimdi buzdolabının önünden her geçişimde gülümsüyorum. Çünkü insan en güzel, en huzurlu ve en neşeli pozlarını tatilde veriyor. Sonrasında onlara baktıkça istemsizce gülümsüyor. Ayrıca bu magnetlerden çok güzel doğum günü hediyesi olur. Benden söylemesi.


Büyük Anı Kitabı; hazırlaması çok eğlenceli. Eskiden okuldaki elişi dersleri gibi. Fotoğrafları yapıştırmak için rengarenk etiketler ve bir adet beyaz kalem ile birlikte geliyor. Sonrası tamamen sizin yaratıcılığınıza ve hayal dünyanıza kalmış.





Ben seçtiğim tüm ürünlerden çok memnun kaldım. Ama favorim kesinlikle klasik magnetler. Böyle güzel geleceklerini tahmin etmemiştim. Şimdi telefonumda Sosyopix diye bir klasör oluşturdum. Bastıracağım fotoğrafları orada biriktiriyorum. Halen albümüm ve anı kitabımda dolmayan yerler var. Oraları da doldurmak lazım.

Gönül isterdi ki evime misafir olun, yapmış olduğum kahve eşliğinde (çay da olur) albümlerime beraber bakalım. Şimdilik ben albüm fotoğraflarımı blogda paylaşmakla yetiniyorum. Ama bir gün yolunuz düşerse, o zaman benim anılarıma beraber dokunuruz.

Anılara dokunmak pek güzel. Şiddetle tavsiye ederim. Yıllar geçtikten sonra kahvenizi yaparsınız veya çayınızı demlersiniz, açarsınız albümüzünü eski günler yad edersiniz. Güzel olmaz mı? Bence pek de güzel olur, çok da güzel olur.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

9 Ağustos 2020

Kahve Bahane #Anda Kal


Hafta sonlarını seviyorum. Bir de böyle hızlı geçmeseler daha güzel olur. Bu hafta sonu uykumu güzelce alamamış olsam da, gün içinde enerjim yerindeydi. Bisikletle bol bol tur attım. Cumartesi sabah kahvesini dışarıda içtik. Sonra eve dönemeden bir limonata içelim dedik. Oturduğumuz mekanda bir çocuk anne anne diye bağırıp çağırıyordu. O kadar Leh çocuğu var ortalıkta; bir düzinesi bir araya gelse bir Türk çocuğunun çıkarttığı gürültüyü çıkarmıyorlar. Bu tamamen Türklerin çocuk yetiştirmeyi beceremesinden kaynaklanıyor. Gereğinden fazla şımartıyorlar ve onun bir birey olduğunu idrak edemiyorlar. Şimdi Türk anne babaları bana kızacak ama bunlar acı gerçekler.

Bugün, Rus arkadaşımız bizden bir şey almak için eve geldi. Yanında 3 yaşlarındaki oğlu ile birikte. Çocuk geldi. Babası hiç ilgilenmedi bile. Kendi ayakkabısını çıkardı. Bana el salladı. Gülümsedi. Koltuğa oturdu. Aynı şekilde eve Türk çocuğu gelseydi beş dakika içinde evde girip çıkmadığı oda kalmazdı. Babası sadece susamıştır su verelim dedi. Verdim. Yudum yudum suyunu içti. Hiç gıkı çıkmadı. Hep gülücükler dağıttı. Giderken yine ayakkabılarını kendi giydi. Öpücükler verip gitti. Bisikleti vardı, hani şu pedalsız olanlardan, onu babasının arkasından sürdü. O yaşta bisiklet alışkanlığı edinmeleri de ayrı bir güzellik.

Aslında bu yazısıyı Pazar günü (yani bugün) yapmış olduğum bisiklet yolcuğunu anlatmak için yazmaya başladım. Hava güzel, güneşin batmasına yakın bisiklet sürmeyi planladım. Çoğu zaman olduğu gibi enişteniz tarafından ekilince, tek tabanca yola çıktım. Aklımda gitmeyi planladığım bir göller bölgesi vardı. Google "Ben buraya nasıl giderim" diye sordum. Rotayı çıkardım. Başladım pedallamaya, bir yere kadar her şey çok güzeldi. Mis gibi bisiklet yolu. Bir tarafımda elma bahçeleri, bir tarafımda tarlalar. Sonra birden yolun sonuna geldim. İşte bu son aslında geri dönmem gerek yermiş; bunu sonradan anladım.

Haritayı kontrol ederek yola devam ettim. Etmez olaydım. Google beni balta girmemiş ormanlara soktu. Üstümü başımı saran sivrisineklere yem olurken, her an bir hayvan fırlayacak diye korkarken, sadece bir tane ceylan gördüm. Ben onu görünce durdum. O da beni görünce, kim bu manyak dedi sanırım, koşarak uzaklaştı. Bir yandan hava kararmaya başladı. Üstüne üstlük bisiklet yolu seçmeme rağmen, ilerlediğim yol gittikçe kötüleşti. İşte dedim. Sona geldik. Şimdi burada tekeri patlatırsam bittiğimin resmidir.

Sonra hafta sonu okumaya başladığım Osho'nun Farkındalık adlı kitabı aklıma geldi. Orada Anda kal diyor devamlı. Geçmişi ve geleceği düşünme diyor. Bir iki dakika durdum. Dedim ki son 15 dakikadır geri dönmeliydim diye kendime kızıyorum. Bu geçmişi düşünmekti. Hemen bundan uzaklaştım. Sonra bir baktım; nasıl geri döneceğim diye endişe ediyorum. Kesin buralarda kalacağım, eve dönemeyeceğim diye düşündüğümün farkına vardım. Dedim bu böyle olmayacak. Tüm kanını emen sivrisineklere rağmen anda kal Yasemin. Şimdi sakinler ve haritayı geri dönüşe farklı bir yoldan ayarla. Sevgili Osho sayesinde bir nebze olsa da rahatlattım kendimi.

Velhasıl kelam göller bölgesine çok az kala geri dönme kararı aldım. Hava kararmaya da başladı. Ormandan geri dönmek, korku filmlerine konu olacak bir senaryoya davetiye çıkarmak demekti. Farklı yol seçtim. Bu yolda da farklı tecrübeler yaşadım.

Bir kısmını otoban gibi olan yoğun trafikli bir yoldan sürmek zorunda kaldım. Bu beni bayağı bir gerdi. Bu arada da telefonumun şarjı da azalmaya başlamıştı. İşte dedim buraya kadar. Sonra tramvay duraklarını gördüm. Bir baktım bizin evin önünden geçen numara var üstünde. Derin bir nefes aldım. En kötü ihtimal tramvaya binip geri dönebilirdim dedim ve o gazla eve sürdüm.

Bu sıra dışı pedallamam toplamda 26.50 Km sürdü. 1 saat 45 dakika bana saatler gibi geldi. Bu tecrübemden sonra, bilmediğim yollara, ilk kez gideceğim yerlere yalnız başına gitmeme kararı aldım. O gölleri de artık hiç merak etmiyorum. Ondan da eksik kalayım.

Bildiğim yollardan pedallamaya devam.


✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:

6 Ağustos 2020

Kahve Bahane #Türk Kahvesi


Türk kahvesi içmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu akşam kendime şekersiz bir Türk kahvesi yaptım. Bu şekersiz ilk deneyimim. Çayı, diğer kahveleri senelerdir şekersiz içerim lakin konu Türk kahvesi olduğunda durumlar değişirdi. Yazıya başlamadan önce yudumladım kahvemi. İtiraf etmeliyim ki şekersiz tadı daha bir güzelmiş. Şeker koyunca sadece şekerin tadını alıyormuşum.

Beni bilenler biliyor. Hayatımın hiçbir döneminde ölümcül diyetler yapmadım. Hatta hiç diyet yapmadım. Diyet yapanlara da saygım sonsuz. Elinde bir liste ile ona uymak zor iş. Sadece kontrollü yerim ara sıra. Bir dönem çok abartırım. Tam bir tazmanya canavarı gibi. Sonra kendime gelirim. Yani hiçbir zaman dizginleri midemin eline tutuşturmam. Şimdi dizginleri hafifçe kendime çektiğim dönemdeyim. Çünkü son bir aydır her gün top top dondurmayı götürüyordum. Ne yemek yapayım sorusuna "hadi gel sipariş verelim" yanıtı alıp, oh verelim gitsin diyordum. Bu gidişe bir son verdim. Bir yemek listesi oluşturdum. Buzdolabına astım. Alışverişi o listede yer alan yemekler doğrultusunda yapıp, ne yemek yapayım sorununu tamamen ortadan kaldırdım.

Bugün sabah bir video izledim. Video da sorunlara değil çözüme odaklanın diyordu. Bu aralar Türkiye'ye gidememek benim için bir sorun. Devamlı bunu düşününce kendimi mutsuz hissediyorum. Gidemedim; ailemi, arkadaşlarımı göremedim diye hüzünleniyordum. Şimdi gitmeme durumunu kabullendim. Yani ortada bir sorun var. Korona ve bunun çözümü de şimdilik yerinden kıpırdamamak. Varsın bu senede gitmeyelim dedim. Böylelikle her gün kendimi üzmeyi de bir tarafa bıraktım.

İzlediğim başka bir videoda da kendinizi neden yetersiz hissedersiniz ile ilgiliydi. "Durun ve kendinize bakın, herhangi bir konuda altı ay önceki sizden farklıysanız gelişiyorsunuz demektir" diyor. "Kendinizi birileriyle ( ortak yaptığınız bir iş için) kıyasladığınızda yapmış olduğunuz en büyük hata sanki aynı hayatı yaşamış olduğunuzu düşünmektir. Yaşadığınız, büyüdüğünüz ortamın ve imkanlarınızın farklı olduğunu unutmayın. Ayrıca her şeyi de mükemmel yapmak zorunda değilsiniz" diyor. Mesela kitap okumak istiyorum diye düşündüğünüzde illaki her gün 100 sayfa okumak zorunda değilsiniz. 10 sayfayla, 20 sayfayla başlayın. Kendini yetersiz gören insanların en yaygın sorunu mükemmel olmaya çalışmakmış. Sonra durdum ve düşündüm. Bu aynı ben. Mesela ben kendimi ingilizce konusunda hiç yeterli görmüyorum. Aslında neden görmüyorum ki. İki yılda iki başarılı mülakat geçtim. İş değiştirdim. Şu an çalıştığım iş yerimde sorunsuz çalışıyorum. Bugüne kadar ingilizce yüzünden hiçbir işimi aksatmadım. Varsın bülbül gibi şakımayayım dedim. Az biraz gaza geldim yine. Şimdi geceleri yatmadan ingilizce podcast dinliyorum.

Benim bu gaza gelmelerim ne olacak bilmem. Çok çabuk gaza gelirim. Bazen o gazla gidebildiğim yere kadar giderim, bazı durumlarda pek işe yaramıyor. Mesela bu sene doğum günümde evin bey kişisi hadi gel sana motor alalım dedi. Ben, yok şimdi süremem, hem havalar da güzel değil buralarda diye geçiştirdim. Oysa ki seneler önce motor sürme hayali ile koşa koşa motor ehliyeti almıştım. Zaman geçtikçe içime bir korku yerleşti. Şimdi çok istememe rağmen o iki tekere binmekten biraz korktuğumu itiraf etmeliyim.

İtiraf demişken; çoğu zaman aklıma bir şeyler geliyor ve bunu kahve bahane de yazmalıyım diyorum. Sonra uçup gidiyor. Bazen daha kısa, anlık o düşünceyi içeren kahve bahane yazıları mı yazsam diyorum. Mesela bir paragraf. Ne dersiniz kısa kısa kahve bahane yazıları olsun mu? Yoksa böyle her paragrafta farklı şeyleri kaleme aldığım, uzun uzadıya kahve bahane ile yola devam mı edeyim?

Siz bunun cevabını aşağıdaki yorum kısmına yazadurun. Bende o arada kapanışı yapayım.
Ne diyoruz; Bir sonraki kahve bahane yazısında görüşünceye dek şen ve esen kalın. Sosyal mesafeyi korumayı da unutmayın.

✄----------------------------------------------------------------------
Paylaş:
Fotoğrafım
Mam na imię Yasemin. Jestem z Turcji. Mieszkam w Stambule, a teraz w Krakowie. Mówię po turecku i angielsku znam też trochę po polsku. Z zawodu ksiegowa. Moje ulubione słowa oczywiście :) Interesuję się literaturą i sportem. Lubię kawę. Uwielbiam mój rower.